Sokak hayvanlarıyla ilgili her şey yazılıp söylendi ama bir tek şu soru gündeme gelmedi: Bu hayvanlar niye bu kadar çok ve çabuk ürüyorlar? (Beni de uyandıran, Ekrem Erol adındaki bir okurum oldu.)
Evimde, bahçemde ve sokağımda pek çok hayvan beslediğim için durumu yakından takip ediyorum. Yılda üç kez yavrulayan kedi ve köpekler var. Bahçeme sığınan 4 yavru kediden dişi olanını kısırlaştırmak için veteriner tavsiyesi üzerine 9 aylık olmasını beklerken henüz 7 aylık bile olmadan 3 yavru doğurdu. (Neyse ki şimdi kısırlaştırıldı.) Veterinere bunun sebebini sorduğumda durumu iklimin eskiye oranla daha sıcak olmasına ve kuru mamaların onları erken olgunlaştırmasına bağladı.
Peki ya bugüne kadar bir devlet kurumu, mama diye bu hayvanların önüne koyduklarımızı bir laboratuvarda inceledi mi? Hayır.
Komplo teorisyeni değilim ama bu mama mafyasından her şeyin beklenebileceğini daha geçen hafta çocuğu köpekler tarafından parçalanan bir babanın ağzından sizlere aktardım. Bu mamaların içinde üremeyi arttıran, hormonları tetikleyen kimyasallar var mı? Bir an önce araştırılmasını istiyorum.
Aksi halde bu çapta bir üreme çılgınlığına hiçbir merkezi ve yerel otorite çare bulamaz.
Herkes de Atatürk'ü oynamasa mı acaba?
Bu hafta iki yeni Atatürk ile daha tanıştık...
Söylemesi bile kulağa tuhaf geliyor değil mi?
Memlekette Atatürk'ü oynamayan sanatçı kaldı mı bilmem. Son olarak Ertan Saban'ı İş Bankası'nın 100. yıl reklamında, Tolga Çevik'i de Star TV'nin yayınladığı 100 Yıllık Armağan filminde Atatürk olarak izledik.
Neredeyse her hafta bir oyuncunun Atatürk olarak karşıma çıkması bana biraz "doz aşımı" hissi veriyor ve Ata'nın manevi şahsiyetini zedeliyormuş gibi geliyor.
Tabii ki Mustafa Kemal Atatürk'ümü her dakika karşımda görsem bıkmam, usanmam. Ama gerçeğini, ta kendisini, reklam için kullanılmayanını...
Zaten memleketin çeşitli yerlerine dikilmiş, O'na hiç benzemeyen heykellerden yeterince rahatsızım. Bir de her önüne gelenin "Atatürk'ü oynaması" ya da daha doğru bir deyişle "Atatürk'le oynaması" fena halde gücüme gidiyor.
Nöbet geçirten maç
Bir futbol tutkunu olarak pazartesi gecesi beIN Sports'tan canlı yayınlanan Red Star ile Ajaccio arasındaki Fransa 2. Ligi maçını izleyeyim dedim ama ne mümkün? Pilot kameranın tam karşısındaki tribüne "mevzilenen" üç Red Star taraftarı ellerindeki lazer ışıklarını sürekli kameraya tutarak yayını adeta sabote etti.
Tuttukları ışın fenerleri (Yoksa lazer topları mı desem?) öyle güçlüydü ki, o anlarda gözüne far tutulmuş tavşan gibi sersemliyordum. İşin daha da tuhafı ne emniyet görevlileri, ne hakem, ne de yayın sorumlularının 90 dakika boyunca bu duruma müdahale ediyor olmalarıydı.
İzleyen normal kişilerin rahatsızlığı bir yana, içimden "İnşallah ekran başında sara hastaları yoktur" diye dua ettim. Zira bu şiddetli ışık patlamaları onlara ciddi epilepsi nöbetleri geçirtebilirdi.
Gaf kürsüsü
A Haber muhabiri Hasan Zaid Ezim, Vaniköy'de kesilen ağaçlardan söz ederken "Bir kayın ağacı 40 insanın çıkardığı karbondioksidi üretiyor" dedi. Doğrusu "tüketiyor" olmalıydı.
Zap'tiye
Müge Anlı'nın yerinde olsam sırf kayıp Narin'i bulmak için sezona erken başlardım.
Ne demiş?
Dükkanın kapısının üzerinde "Kocanızın telefonundaki tüm silinmiş mesajlar, fotoğraflar, videolar kurtarılır" yazıyor. Şu kadınların oluşturduğu kuyruğa bakar mısınız?