Ne demişti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye'de PKK/PYD/ YPG'yi besleyip büyüten ABD Başkanı Donald Trump'a? "Koynunuzda beslediğiniz o yılan gün gelip sizi de sokacak..." Aynen öyle oldu. Şimdi ABD şehirleri Suriye'de o teröristlerle işbirliği yapan, onlardan silah ve bomba eğitimi alan, ellerinde Kaleşnikof'larla birlikte fotoğraf çektiren ANTİFA adlı örgütün pençesinde inim inim inliyor. O örgüt, polislere saldırıyor, karakolları yakıyor, mağazaları yağmalayıp, insani bir protestoyu ABD'nin başına bela olacak silahlı bir ayaklanmaya çevirmek için elinden geleni yapıyor. Tıpkı ABD güdümünde semiren ama sonra yine ABD'nin kabusu haline gelen Taliban, El Kaide ve IŞİD gibi..
Gezi olayları sırasında ABD'li gazeteciler ve televizyoncular büyük bir şehvetle, adeta ağızlarından salyalar saçıp, olayları canlı yayında bire bin katarak naklediyorlardı. Patronları da ellerini ovuşturarak olan bitenin 'tamamına ermesini' bekliyorlardı. Şimdi aynı duruma düştüler. Hem de Gezi'nin tam da 7'nci yıldönümünde. Ama biz, çok acılar çekmiş, asil bir millet olarak "Oh olsun" demiyoruz. Çünkü bizim en büyük kaygımız, 'düşmanımız' gibi olmaktır...
Trump son iki geceyi Beyaz Saray'ın yedi kat altındaki sığınakta geçirmiş. Umarım orada bol bol düşünecek zamanı olmuştur...
Ee? Yeliz Yeşilmen ne dedi şimdi?
Oyuncu Yeliz Yeşilmen'in sosyal medyada gözyaşları içinde çekip yayınladığı videosunu görünce herkes gibi ben de panikledim, "Eyvah yeni bir 'kadına şiddet' vakası mı yaşanacak?" diye. Çünkü Yeşilmen, evindeki şiddete vurgu yaparak, "Sonumun acıların kadını Bergen gibi olmasını istemiyorum" diyordu. Kimdi Bergen? Yüzüne önce kezzap atılan sonra da hunharca öldürülen bir şarkıcı kadın...
Yeşilmen yeni bir video yayınlamak zorunda kaldı. Arkasında kocası da vardı. Ama o ekrana bile bakmıyordu. Sinirli sinirli uzaklara bakıp duruyordu. Yeşilmen, "Her evde bazı tartışmalar olabiliyor. Benim tek düşüncem çocuklarım" filan diye bir şeyler geveledi. Sonra cumartesi günü Kanal D'nin 2. Sayfa programına bağlandı. Orada da kem küm etti. Programın sunucuları dahil kimse ne dediğini anlamadı. Yeşilmen üstü kapalı imdat çağrısı mı yapıyordu, yoksa söylediklerinden pişmanlık mı duyuyordu bilemedik.
Benim bildiğim ise Yeliz Yeşilmen'in unuttuğumuz yüzünü bu tuhaf olay sayesinde yeniden hatırladığımızdı...
Reyting yaptıran doktorlar
Her şey ABD'de yaşayan Türk doktor Mehmet Öz'ün programının fenomen haline gelmesiyle başladı. Onun programı adeta tıbbın ekrandaki Rönesans'ı gibiydi. Meslektaşları baktı ki tıbbın şov tarafı büyük para getiriyor, Mehmet Öz'ün peşine takıldılar. Öyle ki, ceplerinden para verip, sağlık programlarına çıkanlar bile oldu. (Sadece toplumu bilgilendirme amacıyla uzmanlıklarını ekranın emrine verenleri ve hayatlarını ortaya koyarak toplum sağlığı için mücadele edenleri kast etmiyorum tabii ki) Özellikle şu korona günlerinde baktılar ki, ekranda ne kadar sıra dışı teoriler ileri sürerlerse talep o kadar artıyor, artık neredeyse işi 'saçmalama' durumuna getirdiler.
Bizim ekran fenomenimiz ise Prof. Canan Karatay hocamızdı. Hepimiz onun ağzının içine bakar olduk. Derken, ABD'de görevli Prof. Mehmet Çilingiroğlu'nu tanıdık. Uzmanlık alanının dışında da nutuklar atmaya başladı. Ekranda söyledikleri yüzünden Koç Üniversitesi'ndeki görevinden uzaklaştırıldı. En önemli özelliği ise canlı bağlantılarda bir anda türkü söylemeye başlaması, zeybek oynamasıydı... Sonra Mehmet Hoca, Canan Karatay'ı kastederek dedi ki, "Onu reyting amacıyla ekrana çıkaranları kınıyorum..." Ah be hocam, bunu söyleyecek en son kişiydin bence...
Gaf kürsüsü
İsrail'in eski Savunma Bakanı Naftali Bennet, ABD Başkanı Trump'ın Ortadoğu Barış Planı'nı değerlendirirken "Bu İsrail'in felaketi olur. Biz maksimum toprak, az Arap istiyoruz" deyiverdi.
Zap'tiye
Rıdvan Dilmen, Covid- 19 testinin önce pozitif, sonra negatif çıktığını açıkladı. Ben 'tarafsız' futbol yorumcusu diye işte buna derim. Adam hep nötr!..
Ne demiş?
"Erkek adaletin, aslında bir kadın ismi olması, Türkiye'nin en büyük çelişkilerinden biri..." (Kadın cinayeti haberinin dönüşünde Show Ana Haber sunucusu Ece Üner'in yorumu)