Bütün hafta boyunca haber bültenlerindeki o iğrenç, insanlık dışı görüntüyü izledim.
Her seferinde yüreğim burkuldu, insanlığımdan utandım.
Dört şehir magandası, minibüsün içinde işitme engelli bir çocuğu acımasızca, dakikalarca dövdüler.
Garibimin tek suçu, kendisine vuranlara işaret diliyle kulaklarının duymadığını anlatmak istemesiydi.
Annesinin, yüzü gözü şişen evladını göğsüne bastırırken söylediği "Bunlar nasıl insan?" sözü hâlâ kulaklarımda çınlıyor.
Olayın beni daha da üzen ve yoran iki yönü daha vardı.
Birincisi; o dört gencin de üniversite öğrencisi olması, birinin tıp fakültesinde okuması ve aynı zamanda 'spor ahlakının' en geçerli olduğu branşlardan biri olan Uzakdoğu sporlarıyla profesyonel olarak ilgileniyor olmasıydı. İkincisi ve çok daha önemli olanı ise; olay dakikalarca devam ederken, minibüsün içinde bulunan ve sayıları çok daha kalabalık olan diğer insanların kıllarını bile kıpırdatmamasıydı.
Geçen ay da benzer bir olay yaşanmıştı. Şehir magandaları, bir benzin istasyonunda kıstırdıkları engelli Güneydoğu gazilerini öldüresiye darp etmişlerdi.
Belli ki bu olayların kolay kolay sonu gelmeyecek.
Peki biz toplum olarak vicdanımızı ne zaman, nerede düşürdük?
Konu, sosyolog ve psikologların alanına girmesine rağmen kafa yormadan duramıyorum. Acaba dizilerde, filmlerde, haber bültenlerinde sürekli şiddet pompalanması yüreğimizi mi nasırlaştırdı? Şiddeti sıradanlaştırıp 'hayatın bir parçası' olarak görme aymazlığına mı düştük? 10 yılda bir darbe, beş yılda bir savaş tehlikesi yaşamak dengemizi mi bozdu? Yoksa dijital hayat bizleri duygularımızdan mı koparttı? Hepimiz ormanın içinde başı ekranlardan, cep telefonlarından, tabletlerden kalkmayan 'yalnız ağaçlar' haline mi geldik?
Sosyal medyanın 'kendini övme ve başkasını linç etme' cazibesine(!) mi kapıldık?
Acaba hepimiz hayatı 'Survivor' yarışması olarak görmeye, bedeli ne olursa olsun 'rakiplerimizi elemeye' mi alıştık? Gerçek yaşamda 'game ower' olmadığını bile bile hayatı bir oyun konsolu olarak görmeye mi şartlandırıldık?
Maddiyat. maneviyatın önüne geçtiği ya da zorla geçirildiği için köklerimizden ayrıştırılıp düşen bir yaprak gibi kaldırıma mı savrulduk?
Sebep belki yukardakilerden biri, belki de hepsi... Ama nedeni her ne olursa olsun, çocuklarımızı 'vicdanlı bireyler' olarak yetiştirmek zorundayız.
İngilizceyi, bilgisayarı altı aylık kursla öğrenme olanakları var ama 'vicdanlı olmayı' onlara ancak annebabaları öğretebilir.
Bu 'ilk dersi' vermeyi sakın unutmayalım...