Hayatın günlük hayhuylarının aslında ne kadar boş ve anlamsız olduğunu nedense bize hep ölümler anlatıyor. Hayatın gerçek anlamını ölümün hatırlatması ne büyük bir ironi... Daha dünkü yazımın mürekkebi kurumadı. Şöyle yazmıştım: "Acun yarışmanın ikincisini yapmayı düşünüyorsa, Defne'yi mutlaka sunucu olarak kullanmalı..." Neden öyle yazdığımı bilmiyorum. Defne yarışmanın en eğlenceli tarafı olduğu için mi, ekran yüzünü pek sevdiğimden mi, onsuz yarışmayı eksik bulacağımdan mı?.. Ama şimdi anlıyorum ki, Defne, aslında bize hayatın 'yaşanılası' tarafını gösteriyordu. Günde 15 saat ekrana bakan bana, ıskaladığım 'hayatı' anlatıyordu. Defne neşeydi, Defne heyecandı, Defne muzırlıktı, Defne dobralıktı... Defne kendiyle dalga geçen, bazen dalganın ta kendisiydi. Defne, hayatın monotonluğunu kıran bir dalgakırandı... O gece dans performansında ne yaşarsa yaşasın, sahneden hep aynı çığlıkla ayrılıyordu: "İyi eğlenceleeeer!" Defne, hayatın eğlenceli tarafıydı... Defne yaprağı, balık ve et yemeklerine neden eklenir, bilir misiniz? Etin ağır kokusunu alsın diye... Defne Joy Foster da hayatın ağır kokusunu çekip alsın diye aramıza gönderilmişti sanki... Acun ne düşünüyor bilmiyorum. Bugünün acısı ve telaşı arasında bunu ona soramadım. Ama bana göre Yok Böyle Dans yarışması dün sabaha karşı bitti. Bence önümüzdeki hafta Yok Böyle Dans, ağırbaşlı bir anma törenine dönüşmeli ve finale kalan üç aday birinci ilan edilerek, yarışma sonlanmalı. Zira o stüdyonun her yerine, o ekranın her köşesine 'Defne kokusu' sinmişken, yarışma marışma olmaz! Altın kupa da Defne'nin oğluna verilmeli... Bu arada astım gibi ciddi bir rahatsızlığı olan Defne Joy Foster'ın böylesine yüksek efor gerektiren bir yarışmada mücadele etmesi ise başlı başına bir riskmiş. En iyisi, yapımcıların bu tür yarışmalar öncesinde adaylardan ciddi bir sağlık raporu talep etmeleri.