Cuma akşamüstü telefonum çaldı. Bizim sektörde "Konuk Çetesi" olarak bilinen ve hatta aynı isimle Pal FM'de bir de radyo programı yapan konuk koordinatörü sevgili Ayşegül kardeşim arıyordu. Biraz sıkılgan, çokça mahcup bir ses tonuyla, "Eee, şeyy, Yüksel Bey biliyorum çok geç olacak ama bu akşam Emel Sayın'ın TRT Müzik'teki programına konuk olabilir misiniz? Nebahat Çehre katılacaktı ama dün düşüp, bacağını incitmiş. Emel Hanım sizden ricada bulunmamızı istedi" dedi. O akşam için planladığım bir randevu ve bir toplantıyı yıldırım hızıyla iptal edip, koşa koşa Emel Sayın ve Yaşar Özel'in yanına gittim... İyi ki de gitmişim. Hayatımda bu kadar keyif aldığım program sayısı pek enderdir. O muhteşem seslerle yüreğimi çitiledim, ak pak ettim. İki usta sanatçı hiç prova etmemelerine rağmen, canlı yayında öyle muhteşem düetler yaptılar ki, anlatamam. Bir ara beni de aralarına aldılar. Bir yanımda çağlayan Emel Sayın, öte yanımda gök gürültüsü Yaşar Özel, benim sesim arada kedi miyavlaması gibi çıktı.. Hele Yaşar Özel'in tonundan okumaya kalkmayayım mı? Onun indiği pesler, benim için "grizu" tehlikesi taşıyordu. O derinlikte patladım tabii... Yine de şef Selçuk Tekay beyefendi, tüm nezaketiyle bana albüm teklif etti. Sanırım müzik kariyerini noktalamak istiyordu! Yayında da söyledim. O gece sanki helikopterle Olimpos Dağı'nın zirvesine indirilmiş gibiydim. Bir yanımda Sayın, diğer yanımda Özel... Yolunu kaybetmiş bir fani olarak dağın mitolojik tanrı ve tanrıçaları arasına karışmıştım... Ve ben günün birinde Cihan Ünal'ın "dublörlüğünü" yapmayı beklerken, kaderin garip bir cilvesiyle bana "Nebahat Çehre'nin dublörlüğü" kısmet olmuştu... Ama ne yalan söyleyeyim, hiiiç şikayetim olmadı.