Geçenlerde bir dizi sahnesinde okul bahçesindeki birbirine aşık gençlerin konuşmak yerine birbirlerine mesaj çekerek 'sevgilerini paylaşmalarından' rahatsız olup, bir yazı döşenmiştim. 'Sanal' aşkların aslında ne kadar 'banal' olduğunu anlatmaya çalışmıştım uzun uzun... Müşfik Kenter'in yazdıklarını okuyunca, ifadelerimde ne denli yetersiz kaldığımı görüp, yazarlığımdan utandım. İşte üstadın hepimize ders niteliğindeki o yazısı: "Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi? Hiç vaktiniz yok; 'Fast life', 'Fast food', 'Fast music', 'Fast love...' Dikte ettirilen 'yükselen değerler', 'in' ler, 'out' lar... Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi. Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, size sesleniyorum! Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini? Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını? İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza? Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız? Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir? Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman? Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını? Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında? Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda? Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?"