14 yaşındaki Gizem'i kim öldürdü? Egehan niçin ortadan kayboldu? Edremit ormanlarında bir hafta aç susuz hayatta kalmayı başarabilen üç buçuk yaşındaki İrem'in sırrı ne? Bir haftadır sabah ekranını açanlar bu sorularla karşılaşıyor. Millet gözünün çapağıyla hafiyelik oynamaya başladı. Telefona bağlanan vatandaş, sanki mahşer yerinden canlı bildiriyor: "Ay ben bu çocuğu sabah otobüste gördüüüüm!.." İhbarların pek çoğu asılsız. İhbarda bulunan, tanıklığa yeltenenlerin çoğu, konu komşuya akşam hava atmanın hesabında... O an, acılı aile ne hisseder, düşünen yok... Peki yok mu milletin güne daha canlı, neşeli başlamasına yarayacak bir programcılık yöntemi? Var ama ne yazık ki reyting yapmıyor. Öyleyse, gelsin üçüncü sayfaların kasvetli haberleri... Serap Ezgü'nün üç yılda pek çok karakoldan daha çok kayıp bulduğunu biliyorum. İnci Ertuğrul da uzun süre "Kayıp Bürosu Amiri" gibi çalışıp, durmuştu. Tamam, bu tür programların pek çok kez acılara merhem olduğunun, ayrı düşenleri buluşturduğunun, gizemli olayların çözülmesine yardımcı olduğunun farkındayım. Benim itirazım; cinayet, kaçırılma v.s. haberlerinin "reyting oltası" olarak kullanılmasına... Zaten fena halde "polisiye" bir yaşam tarzımız var. Televizyon dizileri arasında en fazla reyting alanların başında "Arka Sokaklar" ile "Gece Gündüz" geliyor. En nahif, en duygusal dizilerin bile içinden polisiye olaylar geçmezse Reyting Hazretleri homurdanmaya başlıyor. Lig siftah etti, daha bismillah ilk haftada futbolseverlerden ikisi ağır yaralı, onlarcası hastanelik. Haber bültenleri ise sanki emniyet müdürlüğünün günlük asayiş raporu gibi. Bomba patlamayan, mayına basılmayan günü bayram ilan edeceğiz neredeyse... Çöp bidonlarının yanından her geçişte kanımız çekiliyor... Davalarımız ise artık ekranda çözülüyor. İtirazım Var, Ceza Mahkemesi, Boşanmak İstemiyorum... Adalet, mülkün temeli... Reytingin de... Bunlara bir de sabahın kör saatindeki "katil sobelemece" programları eklenince ben kendi adıma davul zarı gibi geriliyorum. Peki ya siz?