SEZEN Aksu'yu bu kez de Açıkhava'da dinledim. Bu sezon onu sahnede dördüncü izleyişimdi. Aslında sıkılmam gerekirdi ama ne gezer? Sezen her konserini ayrı bir "olaya" dönüştürmeyi başarıyor. Ozan Doğulu eski şarkıları yeniden düzenliyor, o muhteşem orkestra, klasiklere her seferinde yeni bir yorum getiriyor, şova kadın davulcular ekleniyor, ortaya hem işitsel hem görsel bir şölen çıkıyor. Eh, vokalistler Eda, Nurcan ve Cihan zaten "alt kadro" olmaktan çıkalı, uzun süre oldu. İnsan, onların tadımlık şarkılarını dinledikten sonra "Keşke bir-iki tane daha söyleseler" diyor... Sezen ise bir başka alem... Biliyorum, kimse kandıramaz ama hani şöyle şuursuz bir anına denk gelse de bir yapımcı onu stand-up yapmaya ikna etse... Vallahi Cem Yılmaz'a meslek değiştirtmezse adam değilim!.. Hem yetenekli, hem duygulu, hem zeki, hem esprili, hem de mütevazı... Bu dünyada bunca özelliği içinde barındıran kaç beden, kaç ruh kaldı ki? Sezen, konserinde üç yeni şarkısını seslendirdi. Biri, "hayatının en önemli insanı" Onno Tunç'a adadığı eser. Diğeri Hrant Dink için yazıp, bestelediği şarkı. Sonuncusu ise tüm şehitler için bir oratoryo yerine geçecek Mehmet şarkısı... Sezen insanı eğlendirmeyi de, hüzünlendirmeyi de iyi biliyor. Özellikle de "damardan" girmeyi... Sezen ses telleriyle bizim kolumuza iki şaplak indiriyor, bizim damarlar cart diye ortaya çıkıyor. Ondan sonra ver hüznü, kederi... Yer misin, yemez misin? Ne yazık ki bugün bu ülkede Sezen'in ağlatan şarkıları için bolca malzeme var. Bu gidişle Sezen oratoryo (ağıt) bestelemekten, biz de hüzünlenmekten yorgun düşeceğiz...