Türkiye'nin DAEŞ tarafından açıkça saldırıya uğraması sonrasında, hükümetin tavrı anlaşılabilir biçimde değişti ve karşı karşıya bulunduğu saldırılara tepki olarak, meşru bir müdafaa sistemi benimsedi. Aynı biçimde PKK'nın silahların sustuğu dönemi tek taraflı olarak bitirdiğini açıklaması, Türkiye için ikinci bir mücadele cephesi oldu. Türkiye bu mücadeleyi belirli bir strateji çerçevesinde gerçekleştiriyor. Bunun ilk ayağı, Türkiye'de artık bir cinayet sendikası benzeri örgüt kurmuş olan, infaz gerçekleştirmekte bir an tereddüt etmeyen PKK'ya ve onun destekçilerine karşı giriştiği mücadele oldu. Hatırlamak bile istemediğimiz dönemlere nazaran çok daha ciddi hava operasyonları Kandil'de ve çevresinde konuşlanmış PKK mevzilerine düzenlendi. Benzer biçimde DAEŞ'in Kuzey Suriye'deki mevzilerine de Türk Hava Kuvvetleri, Türk hava sahasında kalarak önemli saldırılar gerçekleştirdiler.
PKK hedeflerine DAEŞ hedeflerinden daha fazla ve çok daha etkili saldırılar düzenlenmesinin temelinde, basit bir mantık yatıyor. Kuzey Irak'ta konuşlanan PKK üsleri, Türk Silahlı Kuvvetleri ve istihbaratı tarafından biliniyor, ayrıca Kuzey Irak'ta egemen olan Kürdistan Özerk Bölgesi yönetimi, bu askeri güce karşı herhangi bir kontrol imkânını elinde bulundurmuyor. Oysa Kuzey Suriye'de ve Irak'ın önemli bir bölümünde bölgeye hâkim olan DAEŞ'in konumu ve elinde bulundurduğu silahlar konusunda Türkiye'nin yeterli istihbaratı yok. Suriye, ayrıca çok sayıda gücün birbiriyle savaştığı bir açık alan haline gelmiş bulunuyor. İran ve Rusya Federasyonu, bu güçlere yardım ediyor. Ayrıca SSCB döneminde oluşturulmuş, İsrail hava saldırılarına karşı önemli bir koruma teşkil eden bir hava savunma füze sistemi bulunuyor. Esed rejimi, bu sistemi Rus askeri danışmanlar ve mürettebat aracılığıyla hâlâ kullanabilecek durumda.
Bütün bu unsurlar bir araya geldiğinde, Türk hava kuvvetlerinin neden tek başına DAEŞ hedeflerine saldırmadığı anlaşılabilir. ABD, İncirlik üssünün kullanımıyla ilgili varılan mutabakattan sonra, önemli sayıda savaş uçağını ve mürettebatı Almanya'daki üslerden Türkiye'ye yönlendirdi. Bu kuvvetler geldiğinde, Kuzey Suriye'de hava bombardımanı yapabilen ABD ile işbirliği çerçevesinde, DAEŞ'in ciddi biçimde geriletileceğine kesin gözüyle bakılabilir. Ne var ki, DAEŞ ile savaşan (ve genellikle de hava desteği olmadığında alan kaybeden) PYD gibi güçler, esasında Suriye'de savaş başladığından bu yana, Esed'e sadık güçlerle hiçbir zaman savaşmadılar. Esed onların "özerkliğini" işine geldiği sürece destekledi. Diğer yandan, Esed'e destek veren İran ve Rusya da, PYD'nin zemin kaybetmesini istemiyorlar. PYD, çok yanlış müttefiklerle çok tehlikeli bir oyun oynuyor.
Bu kadar bilinmeyenle dolu bir denklem, Türkiye'nin katıldığı ya da gerçekleştirdiği hava harekâtlarıyla doğal olarak çözülmeyecektir. Ne var ki, Suriye'de hiç değilse asgari güvenlik sağlanabilecek, DAEŞ'ten kurtulmuş bölgeler, gelecekteki demokratik Suriye için nüve teşkil edebilir. Bu konuda, Türkiye'nin, ABD başta olmak üzere diğer müttefikleriyle yaptığı girişimler ve giriştiği operasyonlar, Türkiye'nin kendi güvenliği hilafına, PKK yararına olmayacaktır, böyle bir gelişme düşünülemez. Esed rejiminin ayakta kalacağı bir Suriye ise, bugünkünden daha barışçı, daha istikrarlı olamayacaktır. Bugün DAEŞ hedeflense de, yarın için hedeflenen demokratik bir Suriye'dir. Bu demokratik Suriye'de Esed'ın yeri olmadığı gibi, onun işbirliğine yaslanan PYD gibi örgütlerin de bir geleceği olmayacaktır. Bu gerçekleri şimdiden görmek, safını doğru belirlemek, sadece Suriye'de değil, Türkiye'deki siyasi hareketlerin de önünde zorunlu bir seçim olarak durmaktadır.