Türkiye, son dönemde büyük baskı altında bulunuyor. Müttefiklerinden de beklentiler ve istekler var, kendi iç muhalefeti de daimi bir çatışma arayışı içinde. Bölgede Türkiye'yi rakip gören ve demokratik rejimi benimsemeyen ülkeler ise, atılan her adımda Türkiye'yi yerebilecek, eleştirecek bir husus bulup çıkartıyorlar. Bu muhalefet, neredeyse açıkça Batı ülkelerinin bazı medya organlarında bir politik tavır haline gelmiş bulunuyor. Özellikle de, Paralel örgütlenme ile ilgili hukuksuzluklar ortaya çıktığından beri, ABD medyasının bir bölümü, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı ve hükümeti hedef alan eleştiri dozunu iyice artırdı.
Bugüne dek, Türkiye Cumhuriyeti'nin Suriye'de Özgür Suriye Ordusu ve Türkmen hareketleri dışında destek verdiği herhangi bir silahlı hareket olmadı. Musul temsilciliğimiz IŞİD militanlarınca ele geçirildi, diplomatik personel ve ailelerini kurtarmak için yapılmadık pazarlık verilmedik ödün kalmadı. Eğer bu hareket ile medyada anlatılan ilişkilerin binde biri gerçek olsaydı, ne Başkonsolosluk basılır, ne de diplomatlarımız rehin alınırdı. Türkmenlere gittiği açıklanan silah yardımı, hiçbir delil olmamasına rağmen Türk medyasının bir bölümünde IŞİD'e giden silahlar olarak tanıtıldı, hâlâ da tanıtılmaya devam ediyor. IŞİD'in bu miktarda ve evsafta silaha ihtiyacı katiyen olmadığı, ABD'nin Irak ordusuna verdiği bütün ağır ve hafif silahları gasp ettiği apaçık ortada iken, bu şehir efsanesi sayesinde Türkiye'nin görüntüsü iyice kötülenmeye çalışıldı.
Türkiye'nin Suriye sınırının korunmamasından dolayı içerde ve dışarıda hükümet ciddi eleştiri aldı. O sınırın açık tutulması ve insanların geri çevrilmemesi sayesinde iki milyon kişinin hayatının kurtulduğu nedense unutuluverdi. IŞİD'e karşı savaşan Kobane, Türkiye'nin Kuzey Irak Kürdistanı Peşmerge güçlerini kendi topraklarından geçirmesi, insani yardım konusunda kapılarını sonuna dek açması sayesinde ayakta kaldı. Burada gerçek tam tersine çevrildi ve Kobane sanki Türk hükümetine rağmen ayakta kalabilmiş görüntüsü yaratıldı.
Son olarak IŞİD'e bağlı bir suikast timi, sınır karakolumuza ateş açarak bir astsubayımızı şehit edince, Türk Silahlı Kuvvetleri önemli ve şiddetli bir operasyon düzenleyerek sınıra yakın IŞİD mevzilerini imha etti. Bu tepki de, tüm Avrupa ve ABD basınında "Türkiye siyaset değiştiriyor" biçiminde ortaya konuldu.
Türk hükümeti bu sarmaldan çıkmak için hem içerdeki hem de dışarıdaki terör hareketleriyle mücadele etmek zorunda bulunuyor. Bu mücadeleyi de hakkıyla veriyor, ancak eğer demokratik bir rejimde, birlikte yaşamayı gerçekten istiyorsak, muhalefetin üstüne düşen büyük sorumluluklar bulunuyor. Her şeyden önce, demokraside yaşamayı hedefleyen her türlü siyasi hareket, diğerlerine asgari saygı göstermek ve terörü bir siyaset aracı gibi kullanan oluşumlarla arasına çok kalın bir çizgi çekmek zorunda. Bu konuda önemli bir ulusal mutabakat sağlamamız gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, silah kullanmayı meşru ya da mecburi kılacak hiçbir sorun, hiçbir kısıtlama bulunmuyor. Bu açıdan da, her türlü mağduriyet edebiyatı bir yana bırakılıp demokratik diyalog kapılarının açık tutulması büyük önem taşıyor.
İkinci husus, Türkiye'nin görüntüsünün ve saygınlığının zarar görmesi, iktidarda olan partilerin ve liderlerin değil, bir demokratik rejim olarak Türkiye'nin sorunudur. Böylesi dönemlerde, bütün demokrasiyi benimseyen kişi ve oluşumların, asgari müşterekler çerçevesinde davranması elzemdir. Son olarak da, bu ülkede çok çeşitli vesayet sistemleri yıkıldıktan ve bu uğurda büyük bir mücadele verildikten sonra, kimse deniz ötesinden yönetilen paralel vesayet sistemlerinin siyasetin merkezine oturmaya çalışmasına müsaade etmez. Ulusal mutabakatı bu açıdan da sağlamak son derece gerekli duruyor.