Angela Merkel ve François Hollande'ın ortak girişimi sayesinde, Rusya ve Ukrayna arasında bir ateşkes sağlandı.
Aslında sağlanan ateşkes, "Ukrayna'daki iç savaşı engelleme" adını taşıyor.
Ancak Rusya ile Ukrayna'nın sınırı bugün itibarıyla büyük ölçüde Rus Silahlı Kuvvetleri'nin kontrolü altında.
Yaklaşık 25 sınır kapısının sadece beşi, Avrupa Güvenlik ve İstikrar Teşkilatı AGİT tarafından gözetimde tutulabiliyor.
Geriye kalan yirmi kapıdan, Rusya taraftarı asiler istedikleri gibi silah ve mühimmat yardımı alabiliyorlar. Bu açıdan bakıldığında, savaş Ukrayna ile Rusya arasında...
Fransa ve Almanya'nın girişimiyle imzalanan ateşkes, aslında çok daha uzun sürecek bir müzakerenin ancak başlangıcını teşkil ediyor.
Gene de, bu adımın atılmış olması, Putin ile Poroşenko'nun Minsk'te bir araya getirilmesi, on altı saat süren pazarlık için masaya oturmuş olmaları, önemli bir diplomatik başarı. Bu başarıyı, Hollande ve Merkel ikilisinin hanesine yazmak gerekiyor. Almanya, bu süreçte, artık gerçek anlamda "normalize" olmuş, II. Dünya Savaşı'nın ağır yükünden kurtulmuş, dış siyasette girişimlerde bulunan bir ülke olduğunu da gösterdi.
II. Dünya Savaşı'nın iki büyük mağlubu, Almanya ve Japonya, 21. yüzyılda, ciddi biçimde "edilgen" dış politikalarını gözden geçirmek aşamasındalar.
Japonya, özellikle de Çin denizinde Çin Halk Cumhuriyeti ile yaşadığı sorunlar nedeniyle, ciddi biçimde donanmasını ve silahlı kuvvetlerini güçlendirme kararı almış bulunuyor.
Almanya ise, silahlı kuvvetlerine çok daha fazla yatırım yapmaksızın, silah sanayisini geliştiriyor ve dış politikada ilk kez, ABD ve Fransa'yı peşinden sürükleyerek inisiyatif alıyor.
ABD açısından, Avrupa'daki büyük NATO müttefiklerinin bölgesel büyük sorunlarda inisiyatif almaları, Obama doktrini olarak adlandırabileceğimiz yaklaşıma uyuyor. Ancak AB ülkelerinin bu girişimlerini klasik Avrupa Birliği işleyişi içinde gerçekleştirmek de mümkün olmuyor. Bir anlamda, AB işleyi- şinin dışına çıkılarak, Almanya ve Fransa'ya Ukrayna sorununu çözmesi için yetki verildi.
Polonya, Fransa ve Almanya ile birlikte Minsk'te bulunmayı çok istediyse de, Polonya siyasetinin şiddetli Rusya karşıtı boyutu nedeniyle müzakerelere katılması uygun bulunmadı.
Önümüzdeki dönem, gerek Rusya ile askeri tırmanmaya gitmeyen ilişkiler oluşturulması, gerek Ortadoğu'da yaşanan felakete son verilmesi, gerek Akdeniz üzerinden AB'ye giderek artan kaçak göçün ve insanların telef olmasının engellenmesi, bölgesel işbirliğini yaşamsal öneme taşıyacak bir dönem olacak.
Bu aşamada, Türkiye'nin, hem Rusya, hem İran ile olan ilişkileri, Ege ve Doğu Akdeniz'deki bölgesel gücü, insani yardım konusunda son yıllarda yaptığı olağanüstü atılım, Suriye felaketinin bir soykırım haline gelmesini neredeyse tek başına engellemesi, gerçek önemini vurguluyor.
IŞİD'e katılan yabancı savaşçılar konusunda Türk emniyet güçleriyle yoğun işbirliğine giren Fransa, o tarihten bu yana her fırsatta bu işbirliğinden ne denli memnun olduğunu ve ne kadar etkili çalıştığını çeşitli yetkililerinin ağzından vurguladı.
Artık dönem, Türkiye'nin basit ve ucuz siyasi manevralarla AB kapısında bekletilmesi dönemi değil. Yeni bir düzene giden dünyada, bölgesinde Türkiye'nin aktif rolü olmaksızın AB'nin de kalıcı, barış ve işbirliğine dayalı bir sistem oluşturması mümkün değil.
Giderek siyasi bir aktör olarak uluslararası planda kendini kabul ettiren Almanya'nın ve Şansölyesi Merkel'in de bu gerçeği çok kısa zamanda kabullenmesi, herkesin hayatını çok kolaylaştıracak.