Suriye ve Irak topraklarının önemli bir bölümünde, IŞİD militanlarının hâkimiyeti sürüyor. Türkiye, dört ay öncesinde, IŞİD ile mücadele etmek için, gerçekten demokratik hedefleri bulunan güçleri eğitmek, donatmak ve desteklemek gerektiğini söylemişti. O dönem, uluslararası medyada, Türkiye'nin neden silahlı kuvvetlerini Suriye sınırından içeri göndermediği ve neden Kobane'nin ayakta kalması için savaşa tutuşmadığı çok tartışılmıştı. Türkiye'nin insani yardımla kısıtlı, yalnızca kendisine yapılan saldırılara karşılık veren tutumunu da çok sayıda gözlemci eleştirmişti.
IŞİD'e karşı, ABD'nin başını çektiği koalisyon, askeri anlamda hava akınları düzenleyerek, Kobane'deki saldırıyı püskürtmeyi başardı. Burada hava desteğinin üstünlüğü kadar, Türkiye üzerinden savaş alanına geçmesi sağlanan Peşmerge güçleri ve PYD'nin gösterdiği direnç önemli rol oynadı.
Ancak IŞİD; Suriye ve Irak topraklarında, Dicle ve Fırat'ın bulunduğu büyük ve kalabalık havza üzerindeki hâkimiyetini sürdürüyor.
Bununla da yetinmeyerek, kendisine karşı askeri saldırı düzenlenmesini son derece riskli hale getirmeye yönelik, insanlık dışı uygulamalara hız vermiş bulunuyor.
Bütün haber bültenleri, uçağı düştüğünde IŞİD militanlarınca esir alınan Ürdün savaş pilotunun nasıl hunharca katledildiğini gösterdi.
Çok sayıda kanal ve mecra, yanarak öldürülen pilotun infazı hakkında herhangi bir görsel malzeme kullanmamaya gayret etti. Gene de sosyal medya üzerinden bu infazın caniliği, tüm kamuoyunca öğrenildi. Ürdün Kralı, hükümeti ve halkı, bu korkunç cinayetin karşılıksız bırakılmamasını düşündüler. Muhtemelen hiçbir zaman gerçekleştirmemeleri gereken bir adımı attılar, IŞİD üyesi olduğu saptanmış iki hükümlüyü idam ettiler.
Sonrasında Ürdün hava kuvvetleri, altmışa yakın sorti düzenleyerek Suriye'deki IŞİD hedeflerinin üzerine bomba yağdırdı. Son olarak Ürdün, sadece Suriye topraklarında değil, Irak topraklarındaki hedefleri de bombaladığını açıkladı. Kral Abdullah, gerekirse kara kuvvetlerini de IŞİD'e karşı kullanabileceği konusundaki spekülasyonları yalanlamadı.
Bölgede "biraz savaşır" gibi yaparak ne Suriye, ne de Irak'a barış getirilemeyeceği bir kez daha görüldü. Ürdün hava kuvvetleri, özellikle de Büyük Britanya'nın yetiştirdiği iyi pilotlardan oluşuyor. Kara kuvvetleri ise kendi topraklarını savunabilecek kapasiteye sahipler, ancak Suriye ya da Irak topraklarında önemli operasyonlar gerçekleştirecek kapasite ve lojistiğe sahip değiller. Zaten olsalar da ne değişecek?
Ne Suriye, ne de Irak yabancı orduların süngülerinin açtığı yolda demokratik bir geleceğe doğru ilerlemeyecekler. Bugüne dek bu yöntem çok denendi, her defasında başarısız oldu.
Irak örneği, merkezi hükümetin bir ülkede ayrımcılık yapmaksızın iktidar olmasının önemini herkese gösterdi. Bölgesel ittifaklar, ticaretin geliştirilmesi gibi son derece önemli boyutlar göz ardı edildiğinde, güçlü bir askeri eğitim verilmesinin de ciddi bir ordu yaratmadığını gördük. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başından beri önerdiği işbirliği, eğitim, donatım sözcükleriyle çerçevelenen yaklaşım, şu anda bölgeye istikrar getirebilecek yegâne yöntem olarak görünüyor. Bölgeye sadece hava akınlarıyla sınırlı biçimde askeri müdahalede bulunmanın nasıl sonuçlar verebileceğini de herkes gördü. Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdünlü pilotun başına gelenlerden sonra, uçaklarının operasyonlarını iptal etmek zorunda kaldı. Türkiye'nin önerileri baştan kabul görseydi, yaptığı insani yardım ve kurtardığı yüz binlerle insan hayatı yanı sıra, bölgede çok daha önce ciddi bir istikrarın yolunu açacak girişimlerin de öncüsü olabilecekti. Hatalar bölgeyi ve bölge halkını mahvetti. Yanılgıdan dönmek erdemdir, IŞİD karşıtı koalisyonun hatalarından dönmesi beklentisi artık ertelenemeyecek bir aşamaya geldi.