Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, World Economic Forum toplantısı çerçevesinde pazartesi günü Türkiye'yi ziyaret etti. Kasımda Jean-Claude Junckers'e görevi devredecek olan Barroso'nun bu ziyareti, bir diplomatın "veda" ziyareti olarak algılandı.
On yıl süren Komisyon Başkanlığı süresince Türkiye'yi iki kez ziyaret eden Barroso'nun, görevini bırakma aşamasında Türkiye- AB ilişkileri konusunda çarpıcı ve ufuk açıcı açıklamalar yapmasını kimse beklemiyordu. Tahmin edilen gerçekleşti ve Barroso, klişe birkaç görüş dışında hiçbir şey söylemedi.
Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili konularda "böylesi alanlarda bir takvim vermek zordur, ama önemli olan doğru yönde yol almaktır" diye cevap veren Barroso'nun, doğru yönde yol almaktan neyi kastettiğini kimse sormadı. Genelde AB ilişkilerini değil, Türkiye'deki iç siyaset mülahazalarını öne çıkaran sorular yöneltildi. Özellikle de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın politikalarıyla ilgili olarak kendisine yöneltilen sorulara verdiği yanıtlar nispeten ilginçti. Galler'deki NATO zirvesinde Cumhurbaşkanı ile görüşme fırsatı bulduğunu ifade eden Komisyon Başkanı, Erdoğan ile son derece "dostane" bir ilişkiye sahip olduğunu ifade etti. Doğal olarak "bu dostane ilişkilerinizi AB ilişkilerine yansıtmayı kaybettiğimiz beş yılda düşünmüş müydünüz" türü bir soru kendisine yöneltilmedi.
Barroso, "günün sonunda, ülkenizin üyeliğe hazır olup olmadığıyla ilgili genel algı Türkiye'nin bazı alanlarda çalışmaya gönüllü olduğuna dair irade ve inandırıcılık ortaya koymasına bağlı" diyerek, AB tarafında müzakerelerin hızlandırılması ve hayatiyet kazanması için herhangi bir çalışma olmadığının işaretini verdi. Hükümetin AB stratejisi konusunda da, yeni işbaşına gelen bir hükümetin AB konusunda adım atmasının memnuniyet verici olduğunu söyledikten hemen sonra, bu stratejinin değerlendirilmesi için hangi alanlarda ve hangi takvimle çalışılacağının belli olması gerektiğini ifade eden genel cümleler kullandı.
Türkiye, hem iç, hem de dış dinamikler itibarıyla büyük bir dönüşümün eşiğinde bulunuyor. Hem orta vadeli program, hem de AB uyum çalışmaları, aslında "yeni Türkiye" sürecinin gerçekleşmesi için temel unsurları içeriyor. Dış dinamikler ise, bütün dünyaya ve Türkiye'de yaşayan Kürt yurttaşlarımıza, demokrasi sınırının nereden geçtiğini gösterdi. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti, her zamandan çok daha fazla müttefiklerinden göreceği desteğe ihtiyaç duyuyor. Bölgenin yegâne büyük demokrasisi, maalesef uzun bir süre daha Türkiye kalacak gibi görünüyor. Barroso, Suriyeli göçmenleri misafir eden Türkiye'nin bu tavrından çok etkilenmiş olduğunu ifade etti. Suriyeli göçmenler kendi ülkelerine geçmesin diye Avrupa Komisyonu'na bağlı Frontex'ten yardım isteyen, sınırlarına 10 km duvar ya da 50 km dikenli tel örmek arzusunda olan Yunanistan ve Bulgaristan'a bu konuda ne cevap verdiği ise esrarını muhafaza ediyor.
Güney sınırımızdaki insanlık dışı felaketin boyutları büyüdükçe, Batı ülkeleri ve medyası bu konuya eğildikçe, Türkiye'nin oynamakta olduğu rol giderek saklanması, azımsanması çok zor hale geliyor. Barroso'nun kullandığı tabirle "AB vatandaşlarının kalplerini ve akıllarını kazanması gereken" Türkiye'nin bu çabaları, bakalım daha ne kadar süre geçtikten, daha kaç Suriyeli, Iraklı Arap, Kürt, Yezidi, Hıristiyan'ın hayatı kurtulduktan sonra anlaşılabilecek?
AB içinde çok önemli bir makamı on yıl süresince işgal etmiş olan Jose Manuel Barroso'ya bu son soru da yöneltilemedi...