Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

ABD ile ilişkiler

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Obama arasında gerçekleşen NATO zirvesi ikili görüşmesi, öngörülenden uzun bir toplantı oldu. Bu tür toplantılarda neler konuşulduğu, ancak yirmi yıl kadar bir süre geçtikten sonra berraklaşır.
Hele derin kriz dönemlerinde, bu düzeydeki tartışmaların ve görüş teatisinin gizli kalması esastır. Bu nedenle, görüşmeden, ana başlıklar dışında fazla bir bilgi medyaya aksetmedi. NATO zirvesi, temel olarak iki derin bunalıma odaklanmıştı.
Bunlardan biri Ukrayna krizi, diğeri de Ortadoğu'nun bütün kuzey bölgesini kaplayan iç savaş ve durdurulamayan kan idi. Ukrayna konusunda, NATO müttefiklerinin karşısında iyi bildikleri, tek bir güç vardı: Rusya Federasyonu...
Ortadoğu'da ise, kimsenin kesin olarak tanımlayamadığı, sayısı dahi tam olarak bilenemeyen bir dizi silahlı örgüt, artık adından başka bir şeyi kalmamış olan Suriye ve Irak devletlerinin topraklarında savaş yürütüyor. Bu savaşın kurbanı, sivil halk, ancak taraflarının hangi örgütler olduğu, hangi devletlerin kimi desteklediğini anlamak hiç kolay değil.
Erdoğan- Obama görüşmesi, muhakkak bu konuda önemli bir durum saptaması oldu.
NATO zirvesinden, IŞİD ile mücadelede çekirdek dayanışmayı oluşturacak on ülkenin saptanması, somut bir adım olarak gösterildi. Bu ülkeler arasında doğal olarak Türkiye de bulunuyor.
Savunma Bakanı Chuck Hagel, Ankara'ya sürpriz bir ziyarette bulunarak Türkiye'nin katkıları konusunda ABD'nin ciddiyeti ve istekliliğini vurguladı. Türkiye'nin IŞİD ile mücadelede ilk çekirdek içinde olması, bu konuda yöneltilen ithamların temelsizliğini de ortaya çıkardı. Dışişleri Bakanı John Kerry, IŞİD'e karşı verilecek mücadelede, NATO güçlerinin kara birliklerini kullanmayacaklarını, bunun bir "kırmızı çizgi" olduğunu ifade etti. Bu açıklamadan sonra Başkan Obama, bölge ülkelerinin, yani Türkiye, Suudi Arabistan, Ürdün, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin kan gölünü engellemek için adım atmaları gereğinden söz etti.
Irak savaşı ile Ortadoğu'nun bütün dengelerini ve sistemini mahveden George W. Bush iktidarının ardından, Obama yönetimi ABD askeri gücünü çok kısa bir sürede Irak'tan çekerek bugünkü duruma yol açtı. Türkiye'nin attığı adımlar, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapmak, Gazze'de altyapı çalışmalarına katılmak, Lübnan'a insani malzeme göndermek, gerek Suriye, gerek Irak ile ortak Bakanlar kurulu toplantıları düzenlemek, 2011'de oluşması gereken Türkiye, Suriye, Ürdün, Lübnan serbest ticaret bölgesinin altyapısını hazırlamak oldu. Bu girişimlerin her biri, bölgeye barış ve işbirliği getirmek için atılmış önemli adımlardı. Bölgede şiddet kullanımı başladığında, bu girişimlerin doğal olarak hiçbir anlamı kalmadı. Türk dış politikası, bu şiddet kullanımına elinden geldiği ölçülerde engel olmaya çalıştı.
Açık bir provokasyon olan Türk Hava Kuvvetleri'ne ait F-5 gözlem uçağının düşürülmesine bile, askeri cevap vermedi. Suriye'de yaşanan inanılmaz insanlık trajedisine, Türkiye sınırlarını açarak ve insani yardım sistemi kurarak yanıt verdi. Bugün resmi rakamlara göre bir milyon beş yüz bin Suriye yurttaşı, hayatlarını korumak için Türkiye'ye sığınmış bulunuyorlar.
ABD Başkanı, birkaç hafta öncesine dek Suriye konusunda bir planı olmadığını açıklamıştı.
Durumun vahimliği karşısında harekete geçmeye karar verdiğine göre, muhakkak ki bu girişimler bölgede yegâne barışçı büyük demokratik ülke olan Türkiye'nin yükünü hafifletecektir. Yaşanılan tüm zorluklar, atılan tüm nifak tohumları, ABD ile Türkiye'nin bu bölgede birbirlerine ne kadar büyük ihtiyaç duydukları ve ittifak etmek zorunda oldukları gerçeğini örtmemekte, her gelişme bu ittifakın sağlamlığını gözler önüne sermektedir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA