Mısır'daki darbe yönetiminin, dünyanın görmek istemediği gerçek yüzü her geçen gün daha fazla açığa çıkıyor. Son haftalarda, yönetim hiçbir vicdanlı insanın kabul edemeyeceği bir hunharlık tırmanışına geçti. Önce, son derece şaibeli ve aceleye getirilmiş, hukukun ruhuna tümüyle aykırı bir mahkeme süreciyle 524 kişiye idam kararı çıktı. Büyük ölçüde, Müslüman Kardeşler örgütüne mensup olan kişilerin, sorgu ve delil kurallarına herhangi biçimde uyulmadan tutuklandığı ve yargılandığı bu süreç, başlı başına bir insanlık trajedisi haline geldi.
İslami referanslara sahip olduğu için hedef alınan meşru iktidarın, uydurma bir yargı süreci sonrasında 524 üyesi idama mahkûm edildi, ancak bu cezaların infazı da Kahire Müftüsü'nün insafına bırakıldı. Onun 37 kişi hariç diğerlerinin cezasını onaylamaması üzerine, yeni bir davada bu defa 629 idam kararı verildi. Muhtemelen Müftü bunların da önemli bir kısmını onaylamayacak. Mısır'daki iktidar, insan hayatları ile sanki basit bir pazarlık konusuymuş gibi yüzlerce idam kararı vererek, kendi halkını dehşete sevk ederek, bir terör ortamı yaratarak ayakta kalmaya çalışıyor. Arap Devrimi sonrasında, iki ayaklanmada önce Hüsnü Mübarek'in arkasındaki desteği çekmek zorunda kalan, sonra seçimlere gitmek mecburiyetine itilen Mısır ordusunun darbeci cuntası açısından, bu tür "terörle siyaset yapma" anlayışı, kendi iktidarını kesintiye uğratanlardan intikam alma arayışı, çok şaşırtıcı olmayabilir.
Şaşırtıcı, hatta isyan ettirici kısmı, ABD ve AB ülkeleri başta olmak üzere demokrasi dünyasından, bu rezilliğe ciddi bir "dur" sesi yükselmemesi. Hiçbir yaptırımın ufukta olmaması... AB'nin Temel Haklar Bildirgesi'nin birinci maddesi insanlık onuruna, ikinci maddesi yaşama hakkına ayrılmıştır. Buna göre "Herkes, yaşama hakkına sahiptir. Hiç kimse, ölüm cezasına çarptırılmamalı veya idam edilmemelidir." Kendisine yaşam biçimi olarak idam cezasının lağvını benimsemiş bir anlayış, Mısır'da yüzlerle, binlerle insanın hayatını hiçe sayan rejime karşı olabilecek en sert tavrı almalı diye beklersiniz. Türkiye'nin, en başından beri aldığı ödünsüz tavra Mısır'daki darbeci yönetim, Büyükelçi düzeyindeki ilişkileri düşürerek tepki vermişti. O dönem Türkiye'nin aceleci ve fevri davrandığını ileri sürenlerin, hiç değilse şimdi seslerini yükselterek bu insanlık trajedisine dur demeleri beklenir. Ancak ciddi bir sessizlik hâkim...
Algıda seçicilik dediğimiz yaklaşım, gerek ABD, gerek AB ülkelerinin dış politikalarına ve inandırıcılıklarına çok ciddi gölge düşürdü. Türkiye, demokratik işleyişi konusunda daima tarassut altında tutulan, yılda biri Avrupa Komisyonu, diğeri Avrupa Parlamentosu tarafından hazırlanan dönemli raporlarla incelenen bir ülke... Her türlü eleştiriye de açık, zaten demokrasisinin standartlarını yükseltmek için bu seçtiği yolda yürümeye de kendisi karar vermiş bir ülke. Nasıl kendisine yönelik eleştirilere açıksa, aynı biçimde demokratik işleyişten mahrum edilen ülkelerin rejimlerini eleştirme ve teşhir etme hakkını da aynı berraklıkta kullanıyor.
"Mısır'ın rejimi, Suudi Arabistan'ı rahatsız etmediği sürece mazur görülmelidir" türü bir denklem, Türkiye'de ne hükümetin, ne toplumun, ne de kamu vicdanının kabullenebileceği bir husustur. Bir ülke, örneğin Ukrayna, AB sınırlarına ne kadar yakın olursa, demokrasisi o denli savunulur, sınırlardan ne denli uzaksa dikta o kadar hoş görülür tavrı, AB'nin varlık nedenini bile zamanla ortadan kaldırabilir. Mısır, inanılmaz bir vahşet sarmalına girmiştir, bunu teşhir etmek, engellemeye çalışmak, yaptırımlar uygulamak, çaba göstermek asgari insanlık gereğidir. Bu konuda sessiz, edilgen kalmak, II. Dünya Savaşı'ndan sonra zorlukla oluşturulan tüm uluslararası istikrar sistemine inancın sonunu getirebilir.