Başbakan Erdoğan, AB ile ilişkilerin canlandığı bir dönemde Brüksel'e gidiyor. Neredeyse dört yıldan beri AB ile bu denli üst düzey görüşmeler yapılmamış olduğu için, bu ziyaret ilişkilerin canlanmasında temel bir adım olarak hazırlandı. AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schultz ile görüşmeler yapacak olan Başbakan Erdoğan, AB'nin "karar alma üçgeni" olarak tarif edilen kurumların en yüksek temsilcileriyle aynı gün içinde görüşecek. Daha sonra üçlü bir zirve gerçekleşecek. Bu ziyaretin, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, önemli bir siyasi ve stratejik toplantı olacağı muhakkak.
Başbakan, eski AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış döneminde hazırlanan ve kurgulanan, sonra da yeni atanan Bakan Mevlüt Çavuşoğlu tarafından hayata geçirilen bu dış gezide, Brüksel'de Türkiye Daimi Temsilciliği'nin yeni binasının da açılışını yapacak. Bağış ve Çavuşoğlu'nun ortak projesi olan AK Parti Brüksel temsilciliğinin tadilatını teftiş edecek. Bir anlamda, dört yıldır AB zirvelerine Türkiye'nin davet edilmemesinin, üç buçuk yıl da yeni fasıl açılmamasının yarattığı durgunluğun sona erdiğini, Türkiye'nin kararlılığının sürdüğünü göstermek için önemli sembolik adımlar atacak.
Bu görüşmelerin nasıl geçeceği 17 Aralık 2013'ten önce sorulsa, son derece kolay bir analiz yapmak, önemli açılımların ilan edileceği bir "canlanma" döneminin başlangıcını oluşturacağını öne sürmek mümkündü. Bir aydır içine girdiğimiz hükümete karşı oluşturulan karanlık siyasi operasyonlar bütünü, hem iç hem de dış kamuoyunda yeterince anlaşılamadı. Hükümetin atmış olduğu adımlar da, önceleri AB yetkilileri düzeyinde temkinli açıklamalarla karşılandı. Son bir hafta içinde, Genişlemeden Sorumlu Komisyon üyesi Stefan Füle "Kopenhag kıstasları" terimini kullanarak satır aralarında endişe duyduğunu belirten bir açıklama yaptı. Füle, HSYK'nın yapısını ve işleyişini reforme etmeye yönelik yasa değişikliğinin, Avrupa Komisyonu tarafından da görüş alınarak oluşturulmasının yerinde olacağını ifade etti. Başbakan Erdoğan, AB içinde yeknesak bir HSYK sistemi olmadığının altını çizerek, böylesi bir "onay" almayı düşünmediğini sert bir üslupla cevaben açıkladı. Bu gelişmeden hareketle, yerli ve yabancı medyada, bir dizi olumsuz değerlendirme yapıldı. Dış medyada, bu denli "açıkça muhalif" bir yaklaşım rahatsızlık yaratmış olacak ki, The Economist dergisi bile son olarak "Charlemagne" bloğunda, çok daha dengeli bir analiz yapmak zorunda kaldı.
Başbakan Erdoğan'ın ziyareti kolay geçmeyecek, bunu tahmin etmek çok güç değil. Ne var ki, en üst düzeyde Türk hükümetine yönelik "dost darbe" girişimleriyle ilgili bilgi verecek olması, AB yetkililerine teminat verecek bir tavır benimsemesi, çok sayıda soru işaretini ortadan kaldırabilecek. Her iki tarafın da birbirlerine olan ve giderek büyüyen ihtiyaçları temelinde bir "ortaklık tazelemesi" yapılması da olası gözüküyor. Bu ziyaretin bir "felaket senaryosu" ile sonuçlanacağını düşünenlerin hayal kırıklığına uğrayacaklarına eminim.
Şimdiden öngörmek doğru olmasa bile, Kıbrıs konusunda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinde önemli baskılar olacağı ve AB'nin Yargı ve Temel Haklar ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik fasıllarını açmak isteyeceği fevkalade muhtemel gözüküyor. Karşılığında Türkiye'den AB hedefinde ne kadar samimi olduğunu teyit etmesini ve bu yönde belki somut bir adım atmasını da isteyecekleri de ihtimal dâhilinde. AB'nin ağır ve zor işleyişi, üye devletlerin Türkiye konusundaki görüşlerinde mutabakat sağlama zorlukları, bu zirvede Başbakan Erdoğan'ın bütün siyasi becerisini kullanmasını gerektirecek. Böylesi bir zirvenin başarıya ulaşması, ancak Başbakan'ın altından kalkabileceği bir süreç olarak görünüyor. Sabah gazetesini temsilen refakat edeceğim bu tarihi Brüksel gezisinden sizlere izlenimlerimi aktaracak olmanın heyecanını şimdiden yaşıyorum.