Yirmi birinci yüzyılda dünyada, ekonomik ve siyasi dengelerin yeniden şekillenmekte olduğu giderek daha açıkça belirginleşiyor. Sanayi Devrimi dönemlerinden bu yana ilk defa, gelişmiş ülkelerden çok, gelişmekte olan ülkeler dünya sınaî üretiminde öne çıkıyorlar. 2000 yılında dünyadaki sınaî üretimin yalnızca %35'ini oluşturan gelişmekte olan ülkeler bütünü, 2012'de bu oranı %52'ye çıkarmayı başardı. Öte yandan, dünyada ciddi anlamda teknoloji üretebilen üç pazar bulunuyor. Bunlar Avrupa Birliği, ABD ve Japonya ile Güney Kore'nin başını çektiği Uzak Asya grubu...
Çin, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika, Rusya ve Brezilya gibi önemli sanayi üreticisi gelişen ülkeler, giderek katma değeri fazla olmayan ancak büyük miktarlarda üretilen sınaî mallarda yoğunlaşıyorlar. Bunun karşısında ABD, AB ve Japonya, giderek katma değeri son derece yüksek ürünlerde yoğunlaşıyor, yeni ürünler yaratıyor, bu yeni alanlarda hizmet sektörü için perspektifler açıyorlar.
Dünyadaki bu gelişmeler, iç pazarlarını ciddi biçimde koruyan ABD ve Japonya gibi iki devi, yeni yüzyılda yeni bir sistem arayışına itti. Bu çerçevede, Transatlantik serbest ticaret anlaşması, ABD ve Avrupa Birliği'ni serbest bir ticaret alanı haline getirmeyi hedefleyen çok önemli bir proje olarak ortaya çıkıyor. Önce Güney Kore, akabinde Japonya bu gelişimi iyi değerlendirerek, oluşacak dev serbest ticaret bölgesine dâhil olma kararı aldılar. Giderek, dünyada yeni bir görev dağılımının genel çizgileri ortaya çıktı. "Şampiyonlar ligi", sosyal hakların çok güçlü olduğu, işgücü niteliği ve teknolojik yeniliğin çok yüksek düzeylerde olduğu, tüketicinin ve çevrenin korunmasının ön planda bulunduğu, insan ve gelecek odaklı bir serbest ticaret alanı olacak. Bu ligi, Avrupa Birliği Tek Pazarı, ABD, Japonya, Güney Kore ve onlara ekonomik olarak bağlı Malezya, Singapur, Tayvan gibi ülkeler oluşturacaklar.
ABD ile Avrupa Birliği arasında Temmuz 2013'te Transatlantik Ticaret Anlaşması'nın sonuçlandırılmasına yönelik müzakereler başladı. Sadece ticaretin serbestleştirilmesi değil, yatırımların hukuki çerçevesini de uyumlaştıracak daha geniş bir işbirliğinin temelleri de atıldı. ABD bu tür bir anlaşmayı yaptığında, Kanada ve Meksika da bunun NAFTA üzerinden parçası olacaklar. Ancak Türkiye, AB ile 1996'dan bu yana gümrük birliği içinde olmasına ve üyelik müzakerelerini sürdürmesine rağmen, otomatik olarak bu denkleme taraf olamıyor.
Başbakan Erdoğan'ın Japonya, Malezya ve Singapur'u kapsayan başarılı Uzakdoğu ziyaretini bu açıdan incelemek gerekiyor. Japonya ve Türkiye arasında, serbest ticaret anlaşmasının ilk siyasi adımı olan bir ekonomik ortaklık anlaşması kararı alındı. Bundan beş yıl öncesinde Türkiye ile böyle bir kurumsal ilişkiyi düşünmeyen Japonya'nın siyasi yaklaşımını değiştirmiş olması, Türkiye'nin orta ve uzun vadeli geleceğinin ne kadar umut vaat ettiğinin açık bir göstergesi olarak önümüze geldi.
ABD ile yapılan görüşmelerde, Amerikan yönetimi Türkiye ile ayrı bir serbest ticaret anlaşması müzakeresini acil ve kısa vadeli gündemine almamış, zamana yayılan bir işbirliğini hedefler bir tutuma girmişti. ABABD- Japonya üçgeninde, hem AB, hem de Japonya ile serbest ticaret anlaşması yapmış bir Türkiye'yi, ABD'nin tek başına geciktirmesi, hem siyasi hem de ticari açılardan çok zor olacak.
2023 hedefinde Türkiye, Japonya'da çok önemli bir mevzi kazandı. Gündemin kargaşası içinde, bunun ne önemli bir gelişme olduğu kolaylıkla algılanmıyor; ne var ki gelecekte, geriye dönüp baktığımızda atılan adımın değerini çok daha iyi kavrayacağız.