Avrupa Komisyonu ve Türk hükümeti, uzun süredir birlikte yürüttükleri çalışmaların neticesini aldılar ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize muafiyeti tanınmasının ilk adımı atıldı. Bu adım, belki bir yıl öncesinde de atılabilirdi ancak AB içinde bazı üye ülkelerin siyasi iradeleri olumsuz biçimde süreci etkilediğinden, ancak 2013 sonunda gerçekleşebildi.
16 Aralık'ta, Ankara'da yapılacak resmi bir törenle Avrupa Komisyonu ile Türkiye arasında vize muafiyeti görüşmeleri başlayacak, taraflar bu sürecin üç yıla yayılabileceğini belirttiler. Geçiş sürecinde, AB ülkeleriyle yoğun temasları olan iş dünyası, akademi, spor dünyası gibi sektörlerde üç yılı geçen vizeler verilmesi hedefleniyor.
AB Bakanı ve Başmüzakereci Bağış'ın dört yıldır sürdürdüğü çabaların sonuç vermiş olması, daha üç yıla yakın bekleme süresine rağmen çok umut verici bir gelişme oldu. Bunu yalnızca vize sorunu olarak değil, AB-Türkiye yakınlaşmasının somut işaretleri olarak da görmek gerekiyor. Üç yılı aşkın süre fasıl açılmaması ve ilişkilerin iyice soğuması, bölgede çok yönlü bir dış siyaset yürütmek isteyen Türkiye'nin ciddi biçimde işini zorlaştırdı.
Genelde pek kimsenin dikkate almadığı bir boyutu irdelemek gerekirse, üyelik müzakerelerinde yol alan, AB ile ilişkileri iyice güçlenmiş bir Türkiye'nin bölgedeki iç savaşlarda ve mezhep ayrımı sorunlarında çok daha iyi bir rol model olması mümkündü. AB içinde az sayıda üye ülke, küçük ve kısa vadeli hesapları sayesinde bu dinamiği kırmayı başardılar. Bunun faturası da, yerli ve yabancı medyanın büyük kısmında Türkiye'nin dış siyasetine çıkartıldı.
Türkiye'de, Başbakan Erdoğan başta olmak üzere, AB'nin bu "ilişkileri fiilen dondurma" siyasetine hükümet nezdinde ciddi biçimde tepki birikti. Bu tepki, resmi düzeyde kendini açığa vurmadıysa da, çeşitli uluslararası forumlarda yapılan açıklamalar rahatsızlığın boyutlarını ortaya koydu. Şanghay İşbirliği Örgütü konusunda yapılan açıklamaları bu açıdan okumakta da yarar olabilir.
2013 yılı İlerleme Raporu'nun dengeli biçimde çıkması, buna dayanarak Bölgesel Politikalarla ilgili faslın fiili olarak müzakerelerinin başlaması, çıkabilecek ve derin etkileri olacak bir gerilimi engelledi. Şimdi de, bir yıldır, müzakeresi yapılmış bir vize muafiyet sürecinin canlılık kazanması, ilişkilerin iyice ısınma eğiliminde olduğunu gösterdi. Başbakan Erdoğan, 21 Ocak'ta Brüksel'e giderek önemli bir ziyaret gerçekleştirecek ve AB'nin "karar alma üçgeni" dediğimiz Konsey, Komisyon ve Parlamento Başkanlarıyla görüşmeler yapacak.
Kısa vadede, AB ilişkilerinin normalleşmesi, İran ile varılan anlaşmada Türkiye'nin üç yıl önce ilk adımı atarak oynadığı rol, Suriye konusunda Fransa ile yakınlaşma gibi unsurlar Türk dış siyasetinin artı hanesine yazılmayacaktır. Ancak orta vadede bakıldığı zaman, Türkiye'nin geleneksel müttefikleri ile olan ilişkilerinin ne kadar sağlam olduğu, müttefiklerinin de esasen Türkiye'ye ne kadar ihtiyaç duydukları her geçen gün daha da belli oluyor. Bölgesinde yegâne sağlıklı demokratik rejim olan Türkiye'ye, sadece bölge ülkeleri değil, ABD'den AB'ye tüm demokrasi bloğunun ne kadar ihtiyacı olduğu ve bu eksenin aslında ne kadar hayati olduğu da böylelikle sınanıyor.