Bugün Avrupa Komisyonu'nca, Türkiye'nin "Topluluk Müktesebatına uyumu" konusundaki yıllık raporu yayınlanıyor. Bu raporları, Türkiye üyelik müzakerelerine başlamadan önceki yıllarda ve müzakerelerin ilk yıllarında heyecanla beklerdik. Her paragrafını dikkatle inceler, AB içindeki dengeleri görmeye çalışırdık. Son birkaç sene boyunca, AB'nin "müzakereleri siyasi nedenlerle dondurma" tavrı iyice ortaya çıkınca, raporlar da gündemdeki önemini kaybetti. Geçtiğimiz yıllarda açıklanan raporlar, büyük ölçüde sanki Sovyet dönemi üslubuyla yazılmış, gelişmeleri ciddi biçimde incelemek yerine, üye devletlerin görüşlerini beylik terimlerle tekrarlamayı tercih eden belgelerdi. Böylece, Türkiye ve AB'nin geleceklerini birlikte kurgulamalarını destekleyen bir süreçten çıkıldı. İlişkilerin gelişmemesinin Türkiye'nin kabahati olduğunu vurgulayan ve eksiklerinin ayrıntılı biçimde anlatıldığı belgeler dönemine girdik.
AB içinde, başta Avrupa Komisyonu'nun önemli bir kesimi olmak üzere, Türkiye'yi "ötekileştirme" politikasına karşı çıkanlar oldu. Son İlerleme Raporu'nun dün sızdırılan taslak metninde, AB içindeki bu kesimin rahatsızlığı hissediliyor.
Rapor, geçtiğimiz yıllara göre daha temkinli ve nesnel olmak isteyen bir üslupla kaleme alınmış gibi duruyor. Son açılım paketi dâhil, Türkiye'nin gelişmesi, genel olarak olumlu bir değerlendirmeye tabi tutulmuş. Müzakere sürecinin işlemediği, Komisyon tarafından "bazı üye ülkelerin tutumuna" bağlanmış.
Bu rapor temelinde, yeni fasıllar açılmasına engel olacak yegâne husus, 2006'da AB tarafından alınan ve sekiz faslı askıda tutan karar olarak ortaya çıkıyor. Bölgesel Politikalar faslının açılması kararı, muhtemelen bu rapordan sonra fiiliyata geçebilecek. Gene Adalet konusunda bir ya da iki ek faslın açılması da ihtimal dâhilinde gözüküyor.
Burada sorun, daha ciddi: AB, 12 üyeli bir örgüt iken (Yunanistan "istisna" olarak alınırsa), AB ilkelerinin her aday ülke için geçerli olduğunu söylemenin bir inandırıcılığı vardı. Bugün, Rusya'nın vergi cenneti olmakla görevlendirilmiş bir Güney Kıbrıs'ı, "AB üyesi" olarak ortaya sürmek, AB açısından sadece bir utanç vesilesi. Benzer biçimde, Bulgaristan ve Romanya AB üyesi olduktan sonra, aday ülkeler için geçerli olan "siyasi kıstasların", üye ülkeler için muhtemelen geçerliliğini yitirdiği gibi bir hisse kapılmamak elde değil.
AB standartlarının, temel hak ve özgürlüklerin, insanlığın ortak ve evrensel değerleri olduğunu yadsımak mümkün değil. Ne var ki, bu ilkeleri yerine getirmeyen kimi üye ülkelerin çıkarlarını Türkiye'nin önüne engel olarak koymak AB için ne derece akıllıca bir siyaset?
Hem Avrupa'da, hem dünyanın diğer bölgelerinde ırkçı, faşist siyasi hareketlerin yükseldiği bir dönem yaşıyoruz. Yunanistan'daki Hrisi Avgi hareketinden, Somali'deki Şebab hareketine kadar, bu cereyanların ortak noktası, yabancı düşmanlığı kisvesi arkasında teröre başvurmaları ve insanlık düşmanlığı yapmaları. Bunun karşısında uygulanması gereken siyasetin, bu tür gelişmelere çanak tutacak kısa vadeli çekişmeleri teşvik değil, uzun soluklu, ileri görüşlü, ilkelerinden ödün vermeyen bir yaklaşım olması gerekir. Evrensel değerlerine bağlı AB'den beklenti, Almanya, Avusturya ve Hollanda muhalefetini aşarak bu temel stratejiyi yakın bir gelecekte oluşturması.