Geçtiğimiz hafta sonu, bu yıl dördüncüsü İstanbul'da gerçekleşen Chatham House Roundtable (yuvarlak masa tartışma) toplantısına iştirak ettim. Chatham House, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü olarak 1920'de Londra'da kurulmuş, bağımsız, son derece önemli bir uluslararası düşünce kuruluşu. İlkeleri gereği, toplantılarda hangi üyenin ne tartıştığı dışarıya iletilmez. İstanbul'da tartışmalarda, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki devletlerin geleceği konusu öne çıktı.
Ulus/ Devlet kavramı, on sekizinci yüzyıl sonrası ortaya çıktı, milliyetçiliğin derinleşmesiyle güçlendi. Bu kavramın çerçevesinde oluşan devlet yapıları, demokratik bir sosyal mukaveleye dayandıkça güçlendiler. Bunun dışında kalan, demokratik bir yapıya sahip olmayan devletler ise, iki kutuplu dünyada, bir kampa sırtlarını dayayarak ayakta kalabildiler. Sosyalizmin çökmesi ve dünyanın "çok kutuplu" hale gelmesi, tüm toplumlarda demokratikleşme ihtiyacını artırdı.
Bu gelişme, Somali'den başlayarak dünyada "failed state", başarılı olamamış devlet sistemi kavramını ortaya çıkardı. Toplumların geniş kesimlerinin istemedikleri iktidarlar ve devlet sistemleri, değişmedikleri sürece otoritenin giderek çöktüğü, sivil savaşların kalıcı hale geldiği, ülkelerin bölgesel, etnik ya da dini aidiyetler çerçevesinde fiilen bölündükleri ortaya çıktı.
Bir devletin ayakta kalabilmesi için, çağdaş temel demokratik hak ve özgürlüklerle, iyi yönetişim ilkelerinin, yani şeffaflık, hesap verilebilirlik, katılımcılık gibi unsurların, bir lüks olmadığı, yaşamsal önemi haiz oldukları belirginleşti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son açılım paketinin ana fikri de işte bu noktada odaklanıyor.
Çok kutuplu günümüz dünyasında, ABD, Federal Almanya, Avusturya, İsviçre gibi son derece federal devletlerin güçlü bir yapıya sahip olduğu, sosyalizm döneminin SSCB, Çekoslovakya, Yugoslavya gibi federal devletlerinin ise çöktüğü görüldü. Totaliter rejimlerde, bölgeler, azınlıklar "devlet" içinde kalmayı giderek reddeder hale geldiler. Sudan bölündü, Doğu Timor bağımsızlığını elde etmeyi başardı.
21. yüzyılda, önemli bir varsayım, yani ulus/ devletin etnik ya da kültürel çeşitliliğe yer vermesinin, kendi bütünlüğünü sarsacağı saptaması, ciddi biçimde sorgulandı. Bütün gelişmeler, temel hak ve özgürlükler genişlediği çerçevede, toplumun çeşitli kesimlerinin devlet ile ilişkisinin daha sağlıklı hale geldiğini gösteriyor. Ne var ki, ekonomik anlamda giderek küreselleşen dünyada, "bölgesel özerklik", sağlam demokratik bir sisteme ve uluslararası ticaret ve işbirliği çerçevesine oturmazsa işlemiyor. AB içinde, aşırı federatif ve ayrılıkçı girişimler, Euro krizi ve merkezi devlet otoritesinin gücü söz konusu olunca bir anda çok önemli zemin kaybettiler, isteklerini geri çektiler.
"Ulus/ devlet" olarak adlandırılan yapı, demokratik hak ve özgürlüklerin alanı genişledikçe, daha sağlamlaşıyor. Chatham House tartışmalarında gördüğüm kadarıyla, "ulus/ devlet" giderek demokratik, katılımcı ve ademi merkeziyetçi bir gelişme gösteriyor. Bir diğer yandan da, ekonomik anlamda dünyanın tüm ülke ve bölgeleri, giderek birbirine daha bağımlı hale geliyor. Çağdaş demokrasiyle yönetildiği sürece, ulus/ devlet içinde toplumsal mukavele geçerliliğini daha çok uzun süre koruyacak diye düşünüyorum.