Hükümet, önemli bir yemin krizini büyük ölçüde aşarak güvenoyu aldı. Hükümet programında AB ile ilişkilere büyük önem verildiği ortaya çıktı ve müstakil bir AB bakanlığının kurulması, gerek Türkiye' de gerek AB ülkelerinde, çok ciddi bir siyasi mesaj olarak algılandı.
On iki önemli başkanlık olarak örgütlenmiş AB Bakanlığı, Türkiye tarihinde ilk kez AB ile müzakerelerde müzakere başkanlığını da üstlenecek biçimde tasarlandı. Burada belki biraz durup bunun ne demek olduğunu tartışmakta yarar bulunuyor. Reform ve uyum sürecini yönlendirmesi için ilk defa bu denli kapsamlı ve kalıcı bir kurum oluşturuluyor. Böyle bir kurumun sadece AB üyesi olan ülkelerde bulunduğu söylenebilir, ama Türkiye'nin üyelik ve reform sürecinin uzayacağının belli olması, bu tür bir yapılanmayı da gerekli hale getirdi. Dışişleri'nin doğal olarak yürüttüğü müzakere başkanlığını da AB bakanlığının üstlenecek olması, kafalarda, hiç değilse benim kafamda, AB Bakanlığı ile Dışişleri'nin nasıl bir işbirliği içinde olacakları hakkında ufak soru işaretleri oluşturmuştu.
Stefan Füle'nin ziyareti
Geçtiğimiz günlerde, Stefan Füle Avrupa Komisyonu adına Türkiye'de yeni güvenoyu alan hükümeti ziyarete geldi ve hem Dışişleri Bakanı, hem de AB Bakanı ile görüşmelerde bulundu. Başbakan ya da Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmemiş olması, AB'ye yollanan bir "mesafeli tavır" mesajı olarak okunabilir. AB içinde bu tür mesajları okuyacak halde olan herhangi bir lider kaldığını düşünmek zor da olsa, devlet geleneği açısından bu tavrı da doğru okumak ve kaydetmek gerekir diye düşünüyorum.
Füle'nin görüşmeleri sırasında kamuoyuna önemli bir ikilem yansıdı. Dışişleri, bakan Davutoğlu'nun ağzından son derece sert bir açıklama yaparak, 2012 yılının ortasında başkanlığı devralacak Güney Kıbrıs ile hiçbir zaman muhatap olmayacaklarını, birleşik Kıbrıs devleti başkanlığı devralmazsa Türkiye'nin AB ile ilişkilerini donduracağını söyledi. Stefan Füle, gayet sarsılmış bir halde "kapsamlı bir çözüm dışında bir sonuç üzerinden spekülasyonda bulunmanın zamanı olduğunu sanmıyorum" cevabını verdi.
Böylesi bir çıkışa hazır olmadığı ve gayet şaşırdığı belli olan Komiser, daha sonra AB Bakanı ve Başmüzakereci Bağış ile yaptığı görüşmede, bir miktar yaşadığı gerginliği atmış gibi göründü. Egemen Bağış, reform sürecinin yürüyeceğini vurgulayarak, siyasi sorunla teknik bütünleşme boyutlarını ayrı ayrı ele alma taraflısı gözüktü. Bu tavır Füle'yi gerçekten ne kadar rahatlattı bilmek pek mümkün değil, ancak hükümetin AB yaklaşımında ilginç bir siyaset yapma tarzına işaret ediyor.
Hassas müzakere pozisyonu
AB Bakanlığı, uyum ve reform sürecinin sürekliliğini sağlayacak bir unsur olarak öne çıkarken, Güney Kıbrıs'ın giderek "ırkçı" diyebileceğimiz bir tavır aldığı Kıbrıs sorununu ve diğer siyasi ilişkileri de Dışişleri'nin genel müzakere stratejisi yönlendiriyor. Hükümet içinde bu görev tanımı bu biçimde yapıldı ve yürütülüyor gibi görünüyor. Buna söylenecek zaten hiçbir şey olamaz, sadece son derece iyi hazırlanmış müzakere pozisyonları olarak görülür ve takdir edilir.
Eğer bu gelişmeler, medyada birçok kalemin de ele aldığı açıdan değerlendirilir, hükümet içinde bir "çok seslilik" olarak addedilirse, tabii ki endişelendirici bir durum var demektir. Dış ilişkiler konusunda Dışişleri'nin alanını paylaşacak başka bir yapılanmanın, böylesi bir "çok sesliliğe neden olduğu" gibi değerlendirme yapanlar da medyada çoğunluktaydı.
Olaylara bir nebze daha serinkanlı yaklaşırsak, hükümet programında AB ile bütünleşmeye son derece yüksek bir değer biçmiş olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "ustalık dönemim" diye adlandırdığı bir dönemde, bu düzeyde önemli bir alanda bu kadar açık bir uyumsuzluğa hükümette izin vermesinin pek mümkün olamayacağını görebiliriz. Kıbrıs konusunda Ahmet Davutoğlu'nun çıkışını da, Güney Kıbrıs'ı kuşatma ve sıkıştırma hareketinin bir parçası gibi algılıyorum... Her Türkiye'ye geldiğinde "liman ve havaalanlarının açılması" konusunu, görevi icabı gündeme getiren Stefan Füle'ye böylesi bir cevap verilmesinin, işlerin vahametini kavramasına yardımcı olacağını ümit ediyorum. AB Bakanı'nın girişiminin ise, bu bakanlığın kurulmasının ne kadar yerinde ve dengeleyici bir hareket olduğunu gösterdiğini sanıyorum.