Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta içinde AB açısından son derece önemli ziyaretlerde bulunacaktı. Bunu daha önceki yazılarımızda da belirtmiş, Başbakan'ın önce Şansölye Merkel, sonra da Komisyon Başkanı Barroso, Daimi Başkan Van Rompuy ve Belçika Başbakanı Yves Leterme ile yapacağı görüşmelerin büyük önem taşıdığını belirtmiştik. Bu görüşmelerin sonuncusu da bu ay içinde İngiltere Başbakanı David Cameron ile yapılacaktı.
Hayat beklenmediklerle dolu bir süreç, Erbakan'ın vefatı, Başbakan'ın bu önemli ziyaretler zincirini yarıda kesip Türkiye'ye dönmesini gerektirdi. Almanya seyahati ise, Başbakan'ın AB ile ilişkilerde neler yapabileceğini göstermesi açısından çok ilginç gelişmelerle doluydu. Her şeyden önce, Güney Kıbrıs'ta yaşattığı kriz sonrasında, Şansölye Merkel ile ilk kez bir araya gelen Erdoğan'ın, bu görüşmede nasıl bir tavır takınacağı, nasıl bir netice oluşacağı ciddi biçimde merak edilen bir konuydu.
Başbakan, Şansölye'ye öyle önerilerde bulundu ki, gerek Alman medyası, gerek bizler, bu yoğun gündemde bu radikal açılımları değerlendirmekte yetersiz kaldık. Alman medyasının bir özrü var, temel olarak Başbakan'ın Düsseldorf'ta yaklaşık 11 bin kişiye yaptığı konuşmaya ve entegrasyon konularına o denli odaklandılar ki, AB konusunda ve Kıbrıs açısından söylenenleri rahatlıkla atladılar. Türkiye'de ise, AB konusu artık gündemde yer bulmakta zorlandığı için midir, yoksa KKTC'deki gelişmeler Kıbrıs'ın bütününü görmemizi engellediği için midir bilinmez, Başbakan'ın çok önemli açılımı gereğince fark edilmedi.
Arabuluculuk ya da kolaylaştırıcılık
Başbakan, kendi aktardığı haliyle, Şansölye Merkel'e KKTC temsilcilerinin ciddi çözüm için istekli olduklarını, ancak Güney tarafının devamlı çözümden kaçtığını, bunu temel olarak BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon'a ve onun artık Rumların kaçak oyunundan bıktığı için görevi bırakmak isteyen temsilcisi Downer'a sorabileceğini söylemiş. Şansölye, buna çok şaşırarak (büyük devlet olmak isteyen Almanya'nın bu diplomatik bilgi toplama zafiyeti, eğer bir taktik değilse bir ayıp), Türkiye ile Güney Kıbrıs'ı Almanya'da bir araya getirmek teklifini yapmış. Başbakan, bunu dörtlü (Türkiye, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve KKTC) olarak yapabileceklerini, garantör devlet olarak Büyük Britanya'nın da katılmasını isteyeceklerini, AB dönem başkanlığının da temsil edilebileceğini söyleyerek, Almanya'nın hiç hazır olmadığı bir açılımı sunmuş.
AB'nin, Güney Kıbrıs üye devlet olduktan sonra artık Kıbrıs konusunda taraf haline geldiği için, arabuluculuk ya da kolaylaştırıcılık gibi bir role soyunması çok zor. Buna rağmen Başbakan, bu konuda gayet rahat biçimde en büyük kapıyı ardına kadar açabiliyorsa, bu AB tarafından çok ciddiye alınması gereken bir durum. Şansölye Merkel de "bunu en iyi biçimde değerlendireceğiz" diyerek olması gereken cevabı vermiş. Bu açılım, Almanya'yı gerekli girişimlerde bulunmak için yeterli bir siyasi irade göstermeye ve diğer ülkelerle bunu paylaşmaya teşvik edecek mi, onu hep beraber göreceğiz.
Zaman Türkiye lehine
AB ilişkilerimizde en önemli tıkaç vazifesi gören Güney Kıbrıs bandıralı gemi ve uçaklara liman ve havalimanlarının açılması konusunda ise, Başbakan gene Şansölye'yi son derece hazırlıksız yakalayan bir açılım yapmış. Ercan Havalimanı'na Lufthansa uçuşları düzenlenmesi karşılığında, derhal tüm liman ve havaalanlarını açacağını bildirmiş. Eğer Almanya bu konuda rahatsızlık hissederse, garantör devlet İngiltere'nin uçak seferi düzenlemesinin de yeterli olacağını söylemiş... Başbakan, böylelikle fiili olarak KKTC üzerindeki tecridin kalkmasını ve Türkiye'nin pozisyonunu korumasını sağlayacak bir açılım yapmış... Bu öneriye Şansölye nasıl bir cevap verdi bilinmiyor, ancak Başbakan Brüksel'e geçebilseydi, demiri tavında dövecek ve tüm AB yetkililerine uzun mesailer yaptıracak bu açıklamaların yaratacağı etkiyi çok daha iyi takip edebilecektik.
Türkiye, mutlaka AB ilişkilerini girdiği bu yarı koma durumundan çıkartacak, Güney Kıbrıs'ın gerçek yüzünü teşhir edecek bir açılımı oluşturmak ihtiyacını duyuyor, bunu da gerçekleştirecek adımları atıyor. Bugünkü aşamada, acil olan müzakere sürecini aksatmamak ve ilişkilerin tırmanan bir gerginliğe teslim olmasını önlemek... Zaman hiç şüphesiz Türkiye lehine işliyor, ancak uzun zamana yayılan Türkiye-AB ilişkisinin sağlıklı sürdürülebilmesi de, kopmaması kadar önem taşıyor.