Anayasa değişiklikleri ile ilgili referandum öncesinde gerginlik, en olmadık düzeydeki insanların son derece hakaretamiz yazılar yazmalarına kadar vardı. Bu kadar yoğun ve sert bir itişme ortamında, itidal çağrıları nerede ise hiç duyulmadan yok oluyor. Her şeyden önce, bir konuda anlaşmamız lazım: 13 Eylül sabahı, referandumun sonucu ne olursa olsun, hayat devam edecek, rejim sürekliliğini ve sağlamlığını gösterecek; ailelerimiz, yaşam biçimimiz, değerlerimiz, kıymet verdiğimiz ilkeler dağılmayacak, ayaklar altına alınmayacak, sağlığımız bozulmayacak, hiç bir yabancı güç de gelip topraklarımızı, madenlerimizi, limanlarımızı talan etmeyecek.
Türkiye, 21. yüzyılda tüm çağdaş ve çoğulcu demokrasilerin çoktan vazgeçilmezliğini kabul ettiği bir dizi ilke için anayasasını tadil ediyor. Kadınlara, yaşlılara, çocuklara ve engellilere pozitif ayırımcılık, insan toplumunun artık vazgeçilmez ilkelerinden biri... İş kollarında daha fazla özgürlük, memura toplu sözleşme hakkı, seyahat özgürlüğünün tahdidinin hukuki temellere oturtulması aslında bizlerin çoktan yapmış olmamız gereken ilkesel değişikliklerdi.
AP Raportöründen destek
Geç kalmış olmamız, bu değişikliklerin yanlış ya da caniyane olduğuna delil gösterilemez. İçine itildiğimiz inanılmaz kör dövüşü ve hakaret ortamı, Anayasa değişikliğinin basit bir şekilde analiz edilmesine müsaade etmiyor. Bunun için bir adım geriye çekilip serinkanlılıkla neler olup bittiğine bakmak lazım. Türkiye'yi iyi bilen, hatta birçok Türk kanaat önderinden daha iyi bilen Avrupa Parlamentosu milletvekili ve Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruitjen de bunu yaptı geçtiğimiz günlerde.
Anayasa değişikliğinin parlamentoda hazırlandığını, kabul edildiğini, daha sonra da Anayasa Mahkemesi tarafından halkoyuna sunulmak için uygun bulunduğunu kaydeden Oomen-Ruitjen, şimdi sıranın halkın iradesini ortaya koymasına geldiğine ve herkesin gidip oyunu vererek görüşünü demokratik kurallarda ifade etmesi gerektiğine dikkat çekti.
Olan biten aslında bu denli basit. Muhtemelen hiç bir Anayasa değişikliği, bu 24 madde kadar derin tartışılmadı, büyüteçle incelenmedi ve üstünde durulmadı. En fazla tartışılan Yüksek Yargı ile ilgili kısımları bile, AB standartları açısından baktığınızda eskiye nazaran bir gerileme, demokratik işleyişten uzaklaşma olarak görülemez. O halde bu kadar inanılmaz gürültü niye?
Tarihinde birbirinden felâket faşist diktatörlükler görmüş, yaşamış, bunlarla hayatı pahasına mücadele etmiş AB sosyalist partileri, onların Hannes Swoboda gibi önde gelen temsilcileri, "evet" oyunun Türkiye'nin önünü açacağını savunuyorlarsa, bunu aymazlık suçlamalarıyla geçiştirmek biraz hafif kalmaz mı?
AB standardında demokrasi
Benzer bir sorun, Fransa'da, AB Anayasal metninin referanduma sunulması döneminde de yaşanmıştı. O dönem, AB kurucu anlaşmasının Anayasal bir metin haline getirilmesine karşı çıkan muhalefet, temel olarak bu metnin "liberal ve kapitalist" bir Avrupa yaratacağından şikâyet etmiş, onun yerine çok daha "sosyal" bir Avrupa yaratan başka bir metin oluşturulmasını istemişlerdi. Anayasal metin reddedildi, AB ciddi bir tıkanmaya girdi, Lizbon Anlaşması'yla kötü de olsa bir orta yol bulundu. O çok istenilen "sosyal" Anayasal metin hiç bir zaman hazırlanamadı.
Türkiye'de demokratik standartlar bir an evvel yükseltilmeli. Bu çok ciddi bir sorun. Anayasa için evet diyen de, hayır diyen de yeni, hatta yepyeni bir Anayasanın ciddi bir ihtiyaç olduğu konusunda birleşiyor. Neden birleşiyor? Çünkü vicdanı ve muhakeme yeteneği olan hiç kimse, böylesi bir Anayasal çerçeve içinde ciddi bir sosyal hukuk devleti oluşturabileceğimize inanmıyor.
Çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında AB'den çok gerideyiz ve iyileştirme yaratan hiçbir anayasa değişikliğini ertelemek, daha sonra muhtemel yeni bir tadilatı beklemek gibi bir lüksümüz yok. Önce bu ilkeyi benimsemekle işe başlasak, Oomen- Ruitjen'in tavsiye ettiği gibi olayı trajik bir hale getirmeden seçmenin iradesini beklesek, "evet" oyu çıkarsa bunun Türkiye'nin önünü açmak isteyen bir çoğunluğun demokratik iradesi olduğunu kabullensek çok daha iyi edeceğiz.