2000'lerin başında Recep Tayyip Erdoğan AK Parti hareketinin lideri olarak sahneye çıktığında medya tepesine dikilmişti. Kendisini siyaset mülkünün maliki sayan medya Erdoğan'ı imtihana çekiyordu. İmtihanın konusu Erdoğan'ın ne kadar değiştiği, laikliği ne denli içselleştirebildiğiydi.
Erdoğan'ın "ne kadar değiştiği" konusu sadece ulusal medyanın değil, Batı medyasının da ilgi konusuydu. 2002 başında Douglas Frantz New York Times'ta Erdoğan'ın "değişmiş de olsa İslamcı bir politikacı olduğu"nu, böyle bir politikacının Türkiye'yi yönetmesinin hem "laik Türkleri", hem de Türkiye'nin Batılı müttefiklerini ve ABD'yi kaygılandıracağını yazmıştı.
Erdoğan, büyük bir sabırla bütün muhataplarına bir ideoloji partisi değil, bir merkez partisi kurduğunu, milli görüş çizgisinden gelmekle birlikte o çizgide kalarak kuşatıcı bir siyaset yapma imkânının olmadığını anlattı. Sürekli muhatap olduğu "değiştiniz mi" sorusuna "değişmedim, geliştim" diye cevap verdi.
Bu soruların hiçbiri masum sorular değildi kuşkusuz. Maksat, Erdoğan'ı çevrelemek, kolunu kanadını kırmak, ona "gözümüz üzerinde" mesajı vermekti. Bir fayda etmedi. Erdoğan'ın verdiği mücadele sayesinde Türkiye'de siyaset, medya, ordu, sivil bürokrasi, sermaye arasındaki çarpık ilişkiler ortadan kalktı. Her kurumun kendi işine odaklanacağı yeni bir toplumsal gerçeklik çıktı karşımıza. 15 yıllık zorlu bir süreçti bu. Bu süreçte Türkiye büyüdü, gelişti, özgürleşti, memlekette hemen her alanda çok ciddi kapasite artışı yaşandı.
Batılı ülkeler Türkiye'nin bu gelişim seyrinden önce fayda sağlamaya çalıştılar, fakat dümenin kendi ellerinde olmadığını anladıklarında gemiyi yakmaya çalıştılar. Onlar için Türkiye, bileği bükülmüş, yarı sömürge haline getirilmiş bir ülkeydi. Şimdi ise yeni bir liderle kendisine yeni bir güzergâh çiziyordu.
İlginç biçimde bugün Erdoğan'ın muarızları yine onun "değişip değişmediği"ni sorguluyorlar. Erdoğan'ın Batı'ya bakışını, demokrasi anlayışını, liderlik tarzını, yol arkadaşlarıyla ilişkilerini masaya yatırıp, dün nasıldı, bugün nasıl diye soruyorlar.
Aslında sahici bir sorgulama değil bu. Erdoğan'ın "değiştiği"ni ancak bu değişimin "zararlı" bir değişim olduğunu vurguluyorlar. Halbuki 2002'de olan bugün için de geçerli. Erdoğan ve siyasi hareketi bu ülkeyle birlikte bir gelişim süreci yaşadı, yaşamaya da devam ediyor. Bu, Erdoğan hareketinin dinamizmine işaret ediyor. Eğer ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, dış dünyada cereyan eden gelişmelere göre kendi siyasi çıkarımlarını revize etmemiş olsaydı o takdirde bugünkü Türkiye olmazdı.
Bununla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğini yaptığı siyasi hareketin bu ülkenin küresel etki kapasitesine, devletin tarihi, milleti ve bölgesiyle ilişkisine, ülkenin istiklaline, toplumun ekonomik refahına ve bu ülkede yaşayan her bir bireyin temel hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınmasına ilişkin yaklaşımları başından beri aynıdır.
Bugün Erdoğan'ın içerideki ve dışarıdaki muarızları güya "Erdoğan'ın 2002'deki hali"ne övgüler diziyorlar, şimdi o günkü çizgisinden uzaklaştığını söylüyorlar. Halbuki bugün bunu söyleyenler bugün olduğu gibi o gün de Erdoğan'dan nefret ediyorlardı. Tek fark, o gün Erdoğan'ı tedip edebileceklerine inanmış olmalarıydı. Erdoğan onlara böyle bir ihtimalin olmadığını gösterdi. O yüzden yıllardır ondan kurtulmanın arayışı içindeler. Onların bu arayışına engel olan ise başka bir arayış. Milletin kurtuluş arayışı...