Dışarıdaki Türkiye düşmanları ile içerideki gayri milli muhalefetin ortak bir özelliği var. Her ikisi de korku ve yalan siyasetini şiar edinmiş durumda. 16 Nisan'dan hayır sonucu çıkarmak için korku yaymaya çalışıyorlar.
Hakikatle uzaktan yakından alakası olmayan uydurma sözlerle propaganda yapıyorlar.
Cumhurbaşkanlığı sistemi tartışmaları başladığında "başkanlık sistemleri federasyonu zorunlu kılar" yalanını söylediler. "Ülkenin bölüneceği" korkusunu yaydılar. "Eğer toplumda bölünme korkusu yaratırsak, bu yeni hükümet sistemine en başından engel oluruz" diye düşündüler.
Ne var ki ülkenin üniter yapısının korunduğu, hatta güçlendirildiği bir teklif gündeme geldi. Bölünme yalanı, bölünme korkusu tutmadı. Bu kez, doğrudan "bölünme" lafını etmez oldular.
Bölünme palavrasını usulca terk edip, "yeni sistemin kutuplaşma yaratacağı" yalanına başvurdular.
Gayrı milli muhalefetin başvurduğu ikinci yalan, "Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte rejim değişecek" yalanıydı. Bir kere daha "rejim krizi" çıkarmak için çabaladılar.
Ne var ki başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılması kararı üzerinden bile "rejim yıkılıyor" tartışması başlatabilen CHP bu kez başarılı olamadı. Kemal Kılıçdaroğlu, rejim krizi çıkaramadığını anladıktan sonra, kürsüden "rejim" kelimesinin lügat manasını açıklamaya kalktı.
Sözün özü "rejim değişiyor" diye yaptığı yaygara da bir karşılık bulamadı. Kılıçdaroğlu ve avanesi ağız değiştirdi, işi sulandırdı!
Gayrı milli muhalefetin başvurduğu üçüncü yalan ise yeni hükümet sistemiyle birlikte ülkede bir "otoriterleşme" ve "tek adamlık" sürecinin yaşanacağıydı. Bu yalandan da umdukları faydayı bulamadılar. Zira kamuoyu seçilecek Cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve yargının başına değil, sadece yürütmenin başına geleceğini çok net şekilde gördü.
Gün geçtikçe içerideki gayrı milli muhalefetin düştüğü acziyet derinleşti.
Hal böyle olunca bu süreçte Batıdaki Türkiye düşmanları doğrudan devreye girdi.
Batı'daki şer odakları vekil unsurlarının, işbirlikçilerinin kabiliyetsizliğine kanaat getirdikten sonra Türkiye'deki referandum sürecine doğrudan müdahil olmayı tercih ettiler. Her yolu mubah sayarak, şiddetli bir Hayır kampanyası yürütmeye başladılar.
Bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı şeytanlaştırmak için hükmettikleri bütün medya organlarını devreye soktular. Öte yandan Cumhurbaşkanlığı sisteminin Türkiye'ye getireceği yararlardan bahsetmesi muhtemel bütün aktörlere konuşma yasağı getirdiler.
Sembolik şiddetle yetinmediler, fiili şiddet uyguladılar. PKK, FETÖ, DHKP-C gibi terör örgütlerine sadece alan açmadılar, onlarla birlikte hareket ettiler. Alçaldıkça alçaldılar.
Cumartesi günü İsviçre'de PKK- DHKP-C birlikte eylem yapıp dev bir pankart taşıdı.
Pankartta Türkiye Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan'ın kafasına silah dayanmış ve kocaman harflerle "Erdoğan'ı Öldürün" yazıyordu.
Öte yandan Amerikalı bir aşırı sağcı yazar aynı gün "Erdoğan yolun sonuna geldi" diye bir mesaj attı.
Bu mesajlar bizde, bu millette umutsuzluk oluşturmak, yılgınlık yaratmak için veriliyor.
Batı'daki Türkiye düşmanlarının bu gayretleri bu milleti, bu ülkeyi esaret altına almayı hedefliyor.
Bütün bunlar olurken çaresizlik içinde yeni yollar arayan Kemal Kılıçdaroğlu "eğer referandumdan evet çıkarsa 4 milyon mülteciye vatandaşlık verilecek" diye yeni bir yalan uydurdu.
Bunda şaşılacak bir şey yok. Avrupa'da ittifak içinde olduğu aktörler de aynı şeyi yapıyor. Müslüman göçmenler, mülteciler üzerinden korku ve nefret yayıyor. Irkçılık yapıyor. Kemal Kılıçdaroğlu Avrupa'dan yükselen aşırı sağın, ırkçıların Türkiye şubesi gibi hareket ediyor. Yakışır...