Geçen sene FETÖ elebaşısı Fetullah Gülen şirketlerine kayyum atandığında atarlı bir konuşma yapmıştı. Tehditler savurmuş, müntesiplerine uyarılarda bulunmuştu. Kayyumları "yarın nalları dikebilecek zavallı fani"ler diye tanımlamıştı. Esasında bu basit bir tanımlama değil, bir hedef göstermeydi. Bir de "kayyum demeyin, kayyım deyin" diye talimat vermişti.
Bu konuşmanın üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Bu süre zarfında FETÖ'nün finans kaynaklarına ciddi darbe vuruldu. Fakat bunun da ötesinde bu kirli ve kanlı şebekenin çevirdiği dolaplar ayan beyan çıktı ortaya. FETÖ'nün sadece paralel bir devlet yapılanması oluşturmaya çalışmadığı, aynı zamanda toplumun her alanını tahakküm altına almaya çalışan bir virüs olduğu görüldü.
Bunun yanında Fetullah Gülen'in örgüt içinde nasıl da tanrısal bir figüre dönüştüğü gözler önüne serildi. Daha da ilginci millete yıllarca tevazu ve kanaat sembolü diye pazarlanan bu zatın nasıl da lüks düşkünü bir şarlatan olduğu keşfedildi.
Bütün bunlar FETÖ'nün şirketlerine kayyum atanması sonrasında çıktı karşımıza. FETÖ'nün şirketlerine kayyum atanmasının çok önemli siyasi sonuçları da oldu elbette.
Her şeyden önce FETÖ'ye hangi siyasi oluşumların destek verdiğini tüm kamuoyu gördü. HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın milletvekilleri Garo Paylan ve Mithat Sancar'ın kayyum atanan FETÖ'cü medya organlarına yaptıkları destek ziyaretlerini unutmak mümkün mü? Yahut bazı CHP'lilerin "basın özgürlüğü" ve "girişim özgürlüğü" kavramlarının arkasına sığınarak FETÖ şirketlerine kayyum atanmasını eleştirmelerini...
Veya Doğan medya bünyesinde, FETÖ şirketlerine yönelik kayyum atamalarının "Türk ekonomisinin kırılganlığının üç gerekçesinden biri" olarak ele alınmasını...
Sahiden de bunları unutmak mümkün mü? Şimdi yeni bir kayyum atama süreci yaşanıyor. Bu kez 28 HDP'li belediyeye kayyum atandı. Devletin yürüttüğü terörle mücadele stratejisinin bir parçası olarak gündeme gelen bir süreçten bahsediyoruz. PKK, dışarıda Suriye'nin kuzeyinde elde ettiği imkânları, içeride de HDP'nin 7 Haziran seçimlerinde aldığı 6 milyon oyu kendisine kalkan yaparak yeni bir terör dalgası başlattı.
HDP PKK'yla arasına mesafe koymak bir yana, onun önünü açmak için elinden geleni yaptı. PKK'nın Türkiye'nin güneydoğusunda yürüttüğü sözüm ona "özerklik" ve "kantonlaşma" stratejisine destek verdi.
HDP'li belediyeler bu süreçte her türlü imkânını seferber etti. Bölge halkını perişan eden "çukur siyaseti"nin önünü açtı. Bütün bunların yanında HDP'li belediyeler PKK (KCK) tarafından yönetilen paralel bir kamu otoritesi alanı inşa etti. Belediyenin imkânları kullanılarak terör örgütü PKK finanse edildi.
HDP'li belediyelere kayyum atanmasıyla birlikte bir yandan bu kaynağın kurutulması yönünde bir adım atılmış oldu. Fakat bunun da ötesinde karşımızdaki terör örgütünün iç mekanizmasının bütün yönleriyle deşifre edilmesine katkı sunulacak. Ama ne var biliyor musunuz? Nasıl ki FETÖ'nün kurumlarına kayyum atandığında onun lideri çıkıp da tehdit savurduysa PKK elebaşları da tehditler savuruyor.
Dahası bu süreçte dezenformasyon görevi üstlenen bazı PKK sempatizanları "kayyum" yerine "kayyım" kelimesini kullanıyorlar.
Bir yıl önceki tavsiyeye mi uyuyorlar, yoksa başka bir şey mi oluyor? CHP'lilerin yaptığına da diyecek bir şey bulamıyorum. Genel başkan yardımcıları Zeynep Altıok ve Veli Ağbaba, grup başkanvekili Özgür Özel ve milletvekili Sezgin Tanrıkulu Diyarbakır'da bir açıklama yapmışlar. "Meclis'in iradesine karşı sarayda yapılan toplantıyla doğrudan darbe yapıldığı"nı iddia etmişler. HDP'nin FETÖ şirketlerine kayyum atanması sürecinde soyunduğu role şimdi CHP soyunmuşa benziyor. Ne diyelim, millet sizi izliyor.