Türkiye siyasi tarihinin birçok kara sayfası vardır. Eski Türkiye'yi eski Türkiye yapan da o sayfalardır.
Bu kara sayfalardan bahsederken hep aklımıza darbeler, faili meçhuller, sağ- sol çatışmaları vs. gelir.
Türkiye'nin sosyo- ekonomik düzenini alt üst etmiş, toplumun belleğinde derin yaralar açmış olaylardır bunlar.
O karanlık dönemlere eşlik eden bir başka unsur da, mandacı siyasetçi ve aydınlardır.
1950 sonrasında Türkiye, Sovyet tehdidi nedeniyle Amerikan eksenine girdiğinde kimileri bunu bir zorunluluk olarak algılarken, mandacılar bunu bir fırsat olarak gördüler.
"Türkiye Amerikan mandası olsa, bütün sorunları çözülür" diye baktılar meselelere. Bunu milletten korktukları için hiçbir zaman açık açık dillendiremediler, ama satır aralarında hep bunu söylediler.
Asker darbe yaparken de, sivil siyasetçi reform yaparken de ABD'den onay almanın derdine düştü.
Ekonomi politikaları da dış politika da sorgusuz sualsiz ABD eksenine oturtuldu.
Bu dönemlere, hadi daha net söyleyelim eski Türkiye'ye ait bir refleks de kendisine siyasal alan açmak isteyen aktörlerin ABD'ye "ben daha yarayışlıyım" mesajı vermeleriydi.
Bunların kimi siyasetin içinden geliyorken, kimileri de dışarıdan siyaseti dizayn etmeye çalışıyordu.
***
2000'den sonra Türkiye de, Türk-ABD ilişkilerinin mahiyeti de değişti ama bu alışkanlık bir türlü terk edilemedi.
2002 sonrasında muhalefetin bütün unsurları sürekli ABD'ye mesaj yolladı. İktidarı kötüledi, kendilerini yarayışlı unsurlar olarak gösterdi.
"
1 Mart Tezkeresi'nin reddinde bizim bir sorumluluğumuz yoktu, suçlu hükümetti" diyen
asker de, Cumhuriyet mitinglerine referansla "
bizim kitle tabanımız var, bizi destekleyin" diyen
muhalefet partisi lideri de böyle yaptı.
Gezicilerin tek adresi kadife devrimlerin hamisi olarak gördükleri ABD'ydi.
Bütün o "
anti-emperyalizm"lerini de alıp meydanlara doluştular.
Ellerindeki İngilizce afişleri kameraların gözüne gözüne soktular.
Tek istedikleri seslerini ABD'ye duyurmaktı.
Paralel devlet yapılanması da aynısını yapmadı mı?
Yıllarca ABD'ye ne kadar kullanışlı olduğunu anlattı.
Sonra bunu ispat etmek için darbe yapmaya kalktı. Eline yüzüne bulaştırdı. Fakat o gün de, bugün de ABD'ye konuşuyor, ondan medet umuyor.
PKK farklı mı? PKK, kendisini ABD'ye ispat edercesine performans sergiledi. ABD'nin kendisini Suriye'de pek bir yarayışlı görmesi hasebiyle şımardı ve Türkiye'ye yöneldi. Ve sert bir kayaya çarptı.
Aslında Erdoğan karşıtı kampın bütün üyeleri "
ben daha yarayışlıyım" yarışında yerini aldı.
Fakat yarışın ne bir seyircisinin, ne de bir ödülünün olmadığını, beyhude kan, ter içinde kaldıklarını göremediler.
Önümüzdeki dönem Türkiye siyaseti, yerli ve sahici gündemi olan milli aktörlerle, ABD'ye "
beni gör" diye yalvaran gayrı milli aktörler arasındaki mücadele ile geçecek. Bana öyle geliyor ki bu mücadelede gayrı milli aktörlerin saflarına yeni katılımlar olacak.
Yine birileri Erdoğan karşıtı cepheye her yeni yazılan unsurun yaptığı gibi kendi kişisel çıkarını ülke menfaati diye yutturmaya çalışacak.
Elbette mesele, ülke menfaati ise buna kimse itiraz edemez. Ama kendi çıkarını ülke menfaatinin önüne koymaksa söz konusu olan, işte o vakit buna itiraz eden çok olur.
Bu da böyle biline!