ABD geçtiğimiz eylülden bu yana Türkiye'yi PKK ile masaya oturması için ikna etmeye çalışıyor. Türkiye devleti ise bu teklife yanaşmadı, yanaşmıyor. Buna karşılık sahada PKK'yı gerilettikçe geriletiyor.
Şu anda PKK çok ciddi bir yenilgi ve bu yenilginin hükmettiği ağır bir ruh çöküntüsü içinde. KCK ve onun organik, inorganik bütün bileşenleri, operasyonlar süresince devleti hem suçlu, hem zayıf göstermek için elinden geleni yapıyor.
Evvela Türkiye'de bir iktidar boşluğu oluştuğu algısını oluşturmaya çalıştılar. Daha sonra Türkiye'nin uluslararası alanda köşeye sıkıştığı propagandasını sürdürdüler. Bunların yanında, PKK ve diğer terör örgütlerinin cürüm ve katliamlarından devleti sorumlu tutmaya çabaladılar.
Devletin meşru terörle mücadele sürecini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kişisel kariyerinin bir parçası gibi sunmak için gayret sarf ettiler. Devleti hem zayıf, hem suçlu gösterdiklerinde "pazarlık" şanslarının artacağını, sahada daha geniş "alan kazanacakları"nı düşünüyorlardı.
Bütün bu süreçlerde KCK, "ABD'nin arabuluculuğu"na atıfta bulundu, "ABD'nin Üçüncü Göz olması ihtiyacı"ndan söz etti. Sürekli olarak masaya oturmaya hazırlandı. Fakat günden güne kan kaybetti.
***
Evet, ABD yaklaşık altı aydır Türkiye'nin PKK ile masaya oturması telkininde bulunuyor. Fakat sahada zorlayıcı bir enstrümanı olmadığı için sadece temennilerini bildirmekle yetiniyor.
Bu süreçte KCK, bütün bileşenleriyle birlikte bir "
taraf." Fakat ilginç biçimde bu altı aylık süreçte bazen fısır fısır, bazen laf arasında, bazen bir köşe yazarının satırları arasında bir başka "
taraf" daha müzakereden, masaya dönmekten bahsediyor.
Mücadelenin en fazla kızıştığı ve terör örgütüne çok ciddi kan kaybettirildiği dönemde oluyor bu gelişmeler. Kim bunlar? "
Amerika'nın telkinlerini emir telakki eden"ler!
Onların birçoğunu tanıyoruz. Bazılarını ise yeni yeni tanımaya başladık. İçinde endişeli muhafazakâr siyasetçiler de var. Kendi pozisyon kayıplarını dünyanın sonu diye pazarlayan yazarlar, danışmanlar da...
***
Bu süreçte ABD'nin bir başka telkini de "
PYD / YPG ile PKK'nın ayrı görülmesi gerektiği" idi. Türkiye buna da direndi. Cumhurbaşkanı Erdoğan gerek ikili görüşmelerde, gerek kamuoyunda açık ve net biçimde YPG'nin PKK'nın bir uzantısı olduğunu, PYD- YPG'yi ayrı bir statüde görmeyeceğini belirtti.
PKK gerilerken YPG'ye yatırım yapma tavrının, Türkiye'nin bütün milli unsurlarınca reddedilmesi gereken bir tavır olduğu ortada. Bu süreçte "
devletin bugün yarın yeniden masaya oturacağı" izlenimi oluşturmak Türkiye'yi zayıflatmaktan başka bir anlama gelmez.
PKK, Kuzey Suriye'deki kazanımlarından hareketle Türkiye'deki etki gücünü artırmak istedi. Yeni bir kalkışmaya girişti. Halkı kendisine kalkan yaptı. Yeni terör eylemlerini hayata geçirdi. Sonuç kendisi açısından koca bir hüsran oldu.
Şimdi mesele PKK'nın Kuzey Suriye'deki suni egemenlik sahasını ortadan kaldırmak. ABD bunu görüyor. Bu nedenle YPG'nin Suriye Demokratik Güçleri adı altında bir şemsiye altına alınmasını ve bir an önce meşrulaşmasını istiyor.
Türkiye'nin geri adım atmasını istiyor. Türkiye'ye yeni bir müzakere ortamı adı altında 6 ay operasyonlara ara verdirilirse işte o takdirde oluşacak fiili duruma hiç kimsenin itiraz edemeyeceği düşünülüyor.
Bu durumda insan sormadan edemiyor: Siz ne yapıyorsunuz? Siz kime hizmet ediyorsunuz? Ne masası, ne süreci, ne çözümü?