Balkan devletleri, Mart-Ekim 1912 tarihleri arasında Rusya'nın desteğiyle bir ittifak kurdular. Osmanlı yönetimi, bütün bunlar olup-biterken gelişmeleri okuyamadı. Trablusgarp Savaşı sürerken, adalar İtalya tarafından işgal edilmişti. Arnavutluk'ta isyan devam ediyordu. Arnavutluk isyanı sırasında muhalif subaylar "Halâskâr Zabitân" adlı bir oluşum içine girerek dağa çıktılar. Bu gelişme üzerine Said Paşa kabinesi istifa etti ve İttihadçılar yönetimden uzaklaştılar. Yeni kurulan Gazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi de siyasi gelişmeleri okuyamadı. Muhtar Paşa, Balkan Savaşı çıkarsa cihan harbi çıkar düşüncesindeydi. Bu yüzden de büyük devletlerin bir Balkan Savaşı'na müsaade etmeyeceğini düşünüyordu. Ancak savaş kapıdaydı. Balkan Savaşı'nda nasıl mağlup olduğumuzu Salim Aydın, Cevdet Küçük, Caner Arabacı ve Vahdettin Engin araştırmalarında anlatırlar.
ORDUNUN İÇİNE SİYASET GİRDİ
8 Ekim 1912'de Balkan Savaşı çıktı. Dört küçük Balkan ülkesi, Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ birleşerek o sırada İtalya ile savaşan Osmanlı İmparatorluğu'na saldırdılar. Avrupalılar, Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine, Osmanlı Devleti'nin yenileceğine ihtimal vermedikleri için, savaşın sonucu ne olursa olsun statükonun değişmeyeceğini ve kazanılan toprakların iade edileceğini ilân ettiler. Ancak Osmanlı Devleti mağlup olunca bu sözlerini unutacaklardı. Osmanlı Devleti, 15 Ekim'de İtalya'yla anlaşarak Trablusgarp'tan dolayı başlayan savaşı bitirdi.
Hükümet, Balkan Savaşı çıkarsa bu durum dünya savaşına neden olur, bu yüzden de büyük devletler bir Balkan Savaşı'na izin vermez diye düşünmüştü. Bu yüzden de Anadolu'dan Balkanlar'a yapılacak asker sevkiyatı ve ikmali gecikmişti. Balkanlar'daki birliklere takviye Eylül ayının sonlarına doğru başladığı için çok geç kalınmıştı.
Mağlup olan Osmanlı ordusu çekiliyor.
1909'da Osmanlı ordusunun, Balkanlar'daki devletlere karşı örtülü ödenekten para kullanılarak yeni karakol ve telgraf hatlarının yapılması gerektiği gündeme gelmiş, ancak dikkate alınmamıştı.
Savaş başladığında Osmanlı ordusunda asker, silah ve malzeme eksikliği had safhadaydı. Cephedeki Osmanlı ordusu Balkan ittifakından yaklaşık 200 bin kişi eksikti. Harbiye Nazırı Nazım Paşa ise duruma bakmadan daha önce yapılan savunma planlarının aksine Osmanlı birliklerini taarruza geçirdi. Trakya cephesinde ise Doğu Ordusu komutanı Abdullah Paşa ile Harbiye Nazırı, yani Savaş Bakanı Nazım Paşa arasındaki anlaşmazlık vardı. Bulgar ve Sırp cephelerinde kendisinden daha kalabalık kuvvetlere karşı hücuma geçen Osmanlı birlikleri yanlış komuta yüzünden bir hafta içinde büyük bir bozguna uğradı. Trakya ve Makedonya cephelerinde arka arkaya büyük mağlubiyetler alındı.
Balkan Savaşı, Doğu'da Trakya, Batı'da Makedonya ve Arnavutluk cephelerinde cereyan ederken, denizde Yunan donanması Ege adalarına saldırarak işgale girişti. Ancak Osmanlı donanması Çanakkale'den dışarı çıkamadığı için adaların işgali engellenemedi. Yunanistan'ın Averof kruvazörü, hızı ve top menzili bakımından, Osmanlı donanmasına ait gemilerden daha üstündü. Osmanlı donanmasının iyi durumda olmadığı için savaş meydanlarında kullanılamadığı gibi Balkanlar'a deniz yoluyla ikmal de yapılamadı. Bu durumda da donanmanın II. Abdülhamid döneminde Haliç'te hareketsiz, bakımsız ve eğitimsiz bırakılmasının rolü olduğu iddia edilir. Osmanlılar, Balkan devletleriyle mücadele ederken isyan hâlinde bulunan Arnavutluk bağımsızlığını ilân etti.
Osmanlı ordusunda istihbarat zaafının yanısıra bir koordinasyon da yoktu. Lojistik zaaflar yaşanırken, salgın hastalıklarla da boğuşuluyordu. Asker arasında da büyük firarlar yaşanıyordu.
Havacılık alanındaki gelişmeler yeterince değerlendirilememişti. Ekim 1912'de Osmanlı Devleti'nin çoğunu Avrupalı pilotların kullandığı 17 tane uçağı vardı. Bu pilotlar istedikleri zaman uçtular istemedikleri zaman uçmadılar. Daha çok gözlem amaçlı kullanılan uçakların bakım ve ikmali de yeterince yapılamadı. Sırbistan ve Bulgaristan'ın uçaklarını Rus pilotlar, Yunanistan uçaklarını Fransızlar kullandıkları için daha başarılı olmuşlardı.
Balkan Savaşı'nda Osmanlı ordularının arka arkaya mağlup olmasında ordunun içine siyasetin girmesinin ve bu yüzden komutanlar arasında yaşanan siyasî çatışma ve anlaşmazlıkların büyük rolü vardı. Komutanlar arasında siyasi çekişmelerden dolayı bir birlik yoktu ve taraflar birbirlerinin başarısını istemiyorlardı. Kıskançlık ve çekememezlik gibi şahsi zaaflar da bu duruma eklenince birlik ve disiplin ortadan kalktı. Orduda birlik ve beraberlik ruhu sarsılınca kısa sürede büyük mağlubiyetler alındı.
DÜŞMAN ÇATALCA'DA DURDURABİLDİ
Temmuz 1912'ye gelindiğinde ordu içindeki çekişmelerden ve olumsuz havadan dolayı, ordunun başına geçecek genelkurmay başkanı bulunamamıştı. Mahmud Şevket Paşa genelkurmay başkanlığını kabul etmemişti.
Cephelerdeki mağlubiyetlerle birlikte Üsküp, Kosova, Priştine, Selanik, birer birer düşmüştü. Ahmed Muhtar Paşa hükümeti, bu başarısızlıklar üzerine 29 Ekim 1912'de istifa etti. Yeni hükümeti Kâmil Paşa kurdu, ancak ateşkes görüşmelerinden bir netice alınamadı. Balkan Savaşı'nın kötü gidişatını ve Edirne'nin düşecek bir konuma gelmesini İttihadçılar şiddetle eleştiriyorlar, bu durumu propaganda aracı olarak kullanıyorlardı. İttihadçılar, 23 Ocak 1913'te Bâbıâli baskınıyla Kâmil Paşa'yı istifa ettirip, sadrazamlığa Mahmud Şevket Paşa'yı getirdiler.
Savaşa devam edildi, ancak uzun süreden beri kahramanca müdafaa edilen Edirne, Yanya ve İşkodra düştü. Bulgar orduları Çatalca'ya kadar ilerledikten sonra burada zorlukla durdurulabildi.
30 Mayıs 1913'te imzalanan Londra Anlaşması ile sona eren savaşta Osmanlı İmparatorluğu, Edirne dâhil olmak üzere bütün Rumeli'yi kaybetti. Midye- Enez hattı sınır oldu. Yüzbinlerce Müslüman katledilirken, vatanlarını kaybeden yüzbinlerce Türk, İstanbul ve Anadolu'ya göç etti. İkinci Balkan Savaşı'yla Edirne başta olmak üzere kayıplarımızın bir kısmını geri alacaktık.
OSMANLI, VARLIK SEBEBİNİ KAYBETTİ
Falih Rıfkı Atay, Edirne'nin alınışını Zeytindağı isimli eserinde şöyle anlatır: "Vatan kaybı İstanbul'da çabuk unutulur. Balkan Harbi'nden şehirde canlı bir hatıra kalmıştı: Edirne! Onu geri almak ve Bulgaristan'ın yenildiğini görmekle, kalp acılarını dindirmiştik".
Rumeli Türklüğü'nün yok olmasına sebep olan Balkan Savaşı Türk milleti üzerinde karamsar bir hava yaratmıştı. Nitekim 1912'de Balkan Savaşı esnasında Orenburg Vakit Gazetesi adına İstanbul'a gelen bir Tatar Türk'ü olan Fatih Kerimi halkın 'Biz artık bittik, hiç olmazsa boş yere Türk kanı dökülmesin, milletin parası ziyan olmasın, ülkeyi kurtaracak yiğitler görmek bize nasip olmadı. Ne olacaksa olsun ortalık bir an önce sakinleşsin' düşüncesinde olduğunu ifade eder. Karamsarlık ve ümitsizliğin had safhada olduğunu anlatır. Basübadelmevt'ten başka çare kalmadığının konuşulduğunu zikreder.
Tarihçi Paul Wittek, Rumeli'nin Osmanlılar için "varlık sebebi" olduğunu, Balkan Savaşı sonunda Osmanlılar'ın varlık sebeplerini yitirdiklerini söyler. İlber Ortaylı da Osmanlı İmparatorluğu'nun fiilen 1912'de sona erdiğini belirtir.
SAVAŞIN AYAK SESLERİ DUYULMADI
1912 Mart'ında Bulgaristan ile Sırbistan'ın Osmanlı'ya karşı ittifak haberleri İtalya basınında yer aldı. İstanbul'daki gazeteler de Nisan ayında bu haberleri yayınladı. Ancak bu dönemde İttihadçılar ile Hürriyet ve İtilafçılar arasında "sopalı seçim" kavgası olduğundan dolayı bu tür haberler görmezlikten gelindi. Hadiseleri anlayamamaya bir örnek şudur: "Mayıs 1912'de eski Edirne Valisi Hacı Adil Bey'e iki Amerikalı gazetecinin yakın bir dönemde Balkan devletlerinin Osmanlı Devleti'ne savaş ilan edeceğine dair soru sormaları üzerine Hacı Adil Bey öyle bir şey yok demişti".
Sofya Büyükelçisi Asım Bey, Bulgar Kralı Ferdinand'ı ziyaret etmiş, romatizma rahatsızlığı olan kral elçimize "Görüyorsunuz, savaşacak halim mi var?" demişti. Asım Bey de bu durum üzerine İstanbul'a çektiği telgrafta savaş olmayacağını söylemişti. Said Paşa hükümeti, Fransa'nın ikazlarına ve Atina'daki Türk maslahatgüzarı Galip Kemalî Bey'in uyarılarına rağmen Balkan Savaşı çıkacağına inanmıyordu. Sofya elçiliğinden hariciye nazırı olan Asım Bey, 15 Temmuz 1912'de Meclis-i Mebusan'da yaptığı bir konuşmada Balkanlar'dan imanı kadar emin olduğunu, Türkiye'ye karşı bir ittifakın kurulamayacağını söylediği iddia edilir. Ancak Asım Bey'in konuşması günümüze aktarılırken tahrif edilmiştir. Asım Bey, konuşmasında Balkanlar'daki durumu anlattıktan sonra "Bu devletin âtisinden imanım kadar eminim, kan ve toprak kardeşi olan Osmanlılar müttefik, müttehidi bulundukça ve her ferd kendisine tertip eden vazife-i vataniye ve ihtimaiyesini gereği ifa ettikçe dünyada harici hiçbir düşmandan korkmamalıdır. Fakat dâhilde tefrika karşısında titremelidir" demiştir. Ancak nazır burada siyasi durum analizi yapıp, alınacak tedbirlerden bahsetmek yerine sadece süslü cümleler kullanmıştır. Osmanlı yönetimi durumu o kadar ciddiye almamıştı ki Sırbistan'ın aldığı silahların Selanik'ten sevkine izin bile vermişlerdi. Üstüne üstlük 3. Ordu'nun listedekinden daha fazla mühimmatın taşındığına dair itirazı bile dikkate alınmamıştı. Tam bir aymazlık vardı. Ancak işin acı tarafı bu mühimmat ve silahlar sayesinde Sırbistan çok kısa sürede Makedonya'yı ele geçireceği gibi, Osmanlı'nın kullandığı Krupp toplarına göre daha hafif ve uzun menzilli Cruse-Sineyder toplarını, Edirne'nin işgali için Bulgarlar'a bile gönderecekti. Savaş arifesinde önemli miktarda asker terhis edilmiştir. Ancak terhis edilen asker sayısı tartışmalıdır. Rumeli'deki askerler İtalya'nın Yanya, Çanakkale ve Selanik'e asker çıkartma yapma ihtimaline karşı bölgeye sevkedilmişlerdi. Fakat askerler barınma yerlerinin iyi olmaması sebebiyle Aralık 1911- Ocak 1912'de Yanya'da "Ya savaş ya terhis" sloganıyla durumlarını ifade etmişlerdi. Bu gelişmeler ve İtalya'nın bölgeye asker çıkarmayacağı anlaşılınca Ocak 1912'de terhis kararı alındı. Bunun üzerine 120 tabur iyi eğitimli asker terhis edildi.