Hz. Muhammed'in çevrenin korunmasına yönelik birçok emri vardır. Yunus Macit'in "Hz. Peygamber'in Sünnetinde Çevre" isimli kitabından teferruatlı bilgi edinilebilir.
Peygamberimiz ağaç dikmeye, mevcut ağaçları korumaya çok önem vermişti. Nitekim, "Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile, eğer onu dikecek kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin" şeklindeki hadis-i şerifi Peygamberimiz'in ağaç dikmeye verdiği önemi çok açık olarak gösterir.
Yine Hz. Muhammed'in, "Kişi kabirde bile olsa yedi şeyden meydana gelen sevap devamlı olarak kendisine ulaşır: Öğretilen ilim, halkın yararlanması için akıtılan su, açılan kuyu, dikilmiş ağaç, yapılan mescit, okunmak üzere bağışlanan Kur'an ve ölümünden sonra kendisine dua edecek evlat" şeklindeki hadisi de Müslüman toplumlarda dini yapıların inşasını, hayırlı evlat yetiştirmeyi, ilim öğrenmeyi ve vakıflar kurarak halka hizmeti teşvik ettiği gibi ağaç dikmeyi de dini bir görev hâline getirmiştir.
Ormanda konaklayan bir bey.
ORMANLARA DEVLET KORUMASI
Osmanlı döneminde ormanlar o dönemde uygulanan toprak hukukuna göre devlet, vakıf ve mülk olmak üzere üçe ayrılırdı. Bekir Koç tarafından yapılmış araştırmalardan, Osmanlı dönemindeki ormanların nasıl tasarruf edildiğini ve korunduğunu öğreniyoruz. Bu dönemde ormanlardan yakacak, bina yapımı ve gemi inşası için faydalanılırdı. Donanmanın ihtiyacının karşılandığı ormanlar Tersane-i Âmire tarafından idare edilirdi. Ormanlar ve korular devletin koruması altındaydı. Her isteyen gidip ormanlarda avlanamaz, korulardan ağaç kesemezdi. Bu konuda onlarca ferman vardır.
Tanzimat'tan sonra arka arkaya Batı tarzında çıkarılan kanun ve nizamnameler hayatın her alanını kapsamaya başladı. Bu dönemde Orman Müdürlüğü kuruldu. Ancak 1841'de faydalı olmadığı için kaldırıldı. Paris'teki Osmanlı elçisinden ormanlarda yeni düzenin uygulanması için uzmanlar bulup göndermesi istendi. Louis Tassi ve Aleksandre Etsem isimli uzmana yüklü paralar verilerek Türkiye'ye getirtilip, ormanlar yeni bir kurumsal çerçeveye kavuşturuldu.
İki uzman İstanbul, Bosna, Kastamonu ve Antalya çevresindeki ormanlarla ilgili raporlar hazırladılar ve ihtiyaç duyulan elemanların yetiştirilmesi için 1858'de Orman Mektebi'nin kurulmasına yardım ettiler. 1858'deki Arazi Kanunnamesi'nde ormanlarla ilgili hükümlerin olmaması yüzünden yabancı uzmanlar 1861'de ormanların tasarruf ve korunmasına yönelik bir layiha hazırladılar.
1870'te ise bu layihadan hareketle Fransa Orman Kanunu temel alınıp, bazı mahalli hükümler ilave edilerek "Orman Nizamnamesi" yayınlandı. Bu nizamname 1937'ye kadar yürürlükte kaldı
EŞKIYA ORMAN YAKTI
Osmanlı döneminde meydana gelen orman yangınlarına baktığımızda sebeplerinin günümüzden farklı olmadığı görülür. Tarla açıp arazi kazanmak için ormanların yakılmasına sık sık rastlanırdı. Devlet devamlı emirler gönderip cezalar uygulayarak bu işin önüne geçmeye çalıştı. Yine insanların ormanda eğlenirken yaktıkları ateşten, atılan sigara izmaritlerinden de sık sık yangınlar meydana gelirdi.
1892 Haziran'ında içki içip ormanda rastgele ateş eden şahıslar Alemdağı Ormanı'nda yangın çıkarmışlardı. Özellikle tren yolculuğu sırasında atılan sigara izmaritleri yüzünden kuru otlar tutuşur, daha sonra da yangın büyüyerek ormanlara yayılırdı. 1902 Ağustos'unda Anbardere Karakolu civarındaki tren hattında söndürülmeden atılan bir sigara yüzünden 500 dönüm ormanın yanmış, 1916 Nisan'ında Belgrad Ormanı Kirazlıtepe mevkiinde yolcular tarafından atılan sigara sonucu çıkan yangın zorlukla söndürülebilmişti.
1894 Ekim'inde ise tren ateşçilerinin dışarıya attıkları ateşten Sinekli ile Çerkezköy istasyonları arasında bulunan Beğceler ve Kurandere ormanları tutuşmuştu. Eşkıyanın da ormanları yaktığı görülür. 1919 Mayıs'ının başlarında Rum eşkıya, Ömerli'de Osmanlı güvenlik görevlilerini meşgul etmek için yangın çıkarmışlardı.
Günümüzde olduğu gibi orman yangınlarının çoğu yazın meydana gelirdi. Bu yüzden yaz aylarında geçici kolcular görevlendirilirdi. Yangın çıktığında askerler ve halk da söndürme çalışmalarına katılırlardı. Köy muhtarları ile aşiret reislerinin orman memurlarına yardımcı olmaları yönünde emirler çıkarılmıştır.
Orman yangınlarının önlenmesine yönelik yeni usuller bulunmaya çalışılırdı. Kuru otlar ortadan kaldırılarak yangınlar önlenmeye çalışılmıştı. 1900 yılında görevlilere ormanlardaki bazı ağaçların belirli aralıklarla kesilerek yangınların genişlemesinin engellenmesi için çalışılması emredilmişti.
Orman korucularına sık sık dikkatli davranmaları yönünde emirler gönderilir, halka da ormanda yangına sebep olanların müebbeden kürek cezasına çarptırılacakları hatırlatılırdı. Orman yangınlarından sonra sıkı bir tahkikat yapılarak yangına sebep olanların cezalandırılması en çok üzerinde durulan meseleydi. Orman yangınlarında hizmeti görülenler ise madalya ve çeşitli ödüllerle mükâfatlandırılırlardı.
İSTANBUL'DA ORMAN YANGINLARI
birçok kez orman yangını meydana gelmiştir. Bu yangınların bir kısmı şimdi İstanbul'da beton binalarla kaplanmış o dönemin gür ormanlarında çıkmıştı. Osmanlı'nın son döneminde çıkan orman yangınlarının bir kısmı şunlardır: 1883 Ağustos'unda Boğaziçi'nde Tokatköy'de, 1888 Nisan'ında Kemerburgaz civarındaki Davud Paşa Merası'nda başlayan yangında 150 dönümlük devlete ait orman yandı. 1888 Haziran'ında Belgrad Ormanları dışında ağaç kesimi yapılan Kısırkaya Ormanı'nda, 1890 Kilyos civarında Domuzdere'de, 1892 Ekim'inde bugün bir şehir hâline gelen Alemdağı'nda, 1894 Nisan'ında Terkos'a bağlı Ormanlı Köyü'ndeki devlet ormanlarında, 1903 Mart'ında Çatalca'da, Ağustos'unda Silivri'de yangın çıktı. 1903 Eylül'ünde Şişli'de başlayan yangın büyüyerek Küçükçekmece sınırları içindeki ormanlara yayıldı. 1908 Nisan'ında Samandıra'da, 1916 Şubat'ının son günlerinde Beykoz'da, Nisan'ında Belgrad Ormanları'nda, Mayıs'ında Şile'de, 1916 Eylül'ünde ise Kemerburgaz'da orman yangınları çıktı.
1919 Nisan'ında Şile'de vakıflara ait ormanda çıkıp halkın ağaç kestiği ormanlık araziye yayılan yangında 60 dönüm funda ve meşeliği, aynı ay Ömerli'de çıkan yangında 500 dönüm, 1920 Ağustos'unda çıkan yangında ise Belgrad Ormanları'nda üç dönüm ormanlık alan kül oldu.
İstanbul'da bir yangın.
AĞAÇ SULAMA VAKIFLARI
ATALARIMIZ, çevre bilinci diye bir kavramın olmadığı dönemlerde bile çevreye karşı çok itinalı hareket etmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu'na gelen Avrupalı elçi, seyyah ve diğer görevliler Türkler'in çevreye ve hayvanlara karşı bu kadar ilgi göstermelerini bir türlü anlayamamışlar, bizi çılgın ve kaçık olarak nitelendirmişlerdir. Nitekim 18. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğu'na gelip orduda hizmet eden ve Humbaracı Ahmed Paşa ismini alan Kont de Bonneval, hatıratında ağaçların sıcaktan kurumasına meydan vermemek üzere her gün sulanmaları için para vakfeden çılgın Türkler'in olduğunu anlatır.