Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERHAN AFYONCU

Fransızlar’a 100 yıl önce inen tokat gibi yazı: Kara Bir Gün

Yıllardır Fransızlar’ın Ermeni meselesini bizim aleyhimize kullanmalarıyla uğraşıyoruz. Afrika’yı hâlâ sömürmeye devam eden Fransızlar’a cevabı 100 yıl önce “Kara Bir Gün” isimli tarihe geçen yazısıyla Süleyman Nazif vermişti

Osmanlı İmparatorluğu'nun 16. yüzyılda Avrupa'daki siyasi mücadeleye karışmaları siyasi bir dengenin kurulmasını sağladı. Fransa, Hollanda ve İngiltere gibi milli monarşiler, Osmanlılar'ın, Habsburg İmparatorluğu'na karşı mücadeleye girmesiyle hayat hakkı bulabildi. Nitekim 1532'de Fransa Kralı Fransuva, Venedik elçisine "Şarlken'e karşı Osmanlılar sayesinde güvence altında olduğunu" söylüyordu.

ARKADAN VURDULAR
Osmanlılar, Fransa'yı asker göndererek, para vererek veya ticari ilişkilerle Habsburglar'a karşı kuvvetlendirdiler. Ancak Fransızlar, Osmanlılar'dan aldıkları destek sayesinde ayakta kaldıklarını bir süre sonra unuttular. 17. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu aleyhine ittifaklarda yer aldılar. Önce Venedik'e sonra da Avusturya'ya yardım ettiler. 17. yüzyılda Türkiye'yi işgal etmek için planlar yaptılar. Yunan isyanı sırasında, 1827'de İngiliz ve Ruslar'la birlikte Navarin'deki Osmanlı donanmasını yaktılar. Fransa, daha sonra Mora'ya asker çıkararak Yunanistan'ın bağımsızlığını sağladı. Ancak Fransızlar, bize en büyük darbeyi bundan 100 yıl önce Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında vurdular.



FRANSIZ GENERALİN KÜSTAHLIĞI
İngilizler, İtalyanlar ve Fransızlar, Mondros Mütarekesi'nin hemen ardından İstanbul'u hakimiyetleri altına alma yarışına girmişlerdi. İstanbul'un her tarafı hem kendi birlikleri, hem de sömürgelerden getirdikleri askerlerle doldu. Fransız hükümeti Sofya'da bulunan Müttefik Doğu Orduları Başkumandanı General Franchet d'Esperey'e (1856-1942) İstanbul'a gitmesi emrini verdi. Fransız general 23 Kasım 1918'de İstanbul'a geldi. Fransızlar'ın milli kahramanlarından olan general Beyoğlu'ndaki Fransız büyükelçiliğine gitti. Birkaç gün sonra Balkanlar'a geri döndü. İstanbul'a ikinci gelişi 1919 yılının başlarında olacaktı. Bu gelişinde büyük bir törenle ve Ermeniler'le Rumlar'ın sevgi gösterileriyle karşılandı. Türk milleti ise "Cadde-i Kebir"den Fatih edasıyla geçen generali hiç affetmedi. General, Türkler'e karşı olumsuz düşüncelere sahipti. Hatıralarına "Bir şeyler yapabilecek enerjiye sahip olanlar sadece İttihatçılar, geriye kalanlar ise, ortadan kaldırabilmeyi düşlediğim bir hadım sürüsünden farksız" diye yazmıştı.
Fransız generalin Fatih Sultan Mehmed'e nazire yapar gibi at üzerinde İstanbul'a girmesi ve azınlıkların taşkınlıkları Türk milletini yaralamıştı. Süleyman Nazif'in (1869-1927) 9 Şubat 1919 Pazar günü Hâdisât gazetesinde çıkan "Kara Bir Gün" başlıklı makalesi Fransızlar'ın yüzüne bir tokat gibi indi. Süleyman Nazif'in yazısı sansür kurulan vatanseverler tarafından görünmezden gelmişti. General Franchet d'Esperey, bu yazı üzerine hemen Süleyman Nazif'in ve sansür memuru Aziz Hüdai (Akdemir) Bey'in (1882-1950) yakalanıp, kurşuna dizilmesi emrini verdi. Hâdisât 17 gün kapatıldı. Aziz Hüdâi Bey,11 gün Fransız Elçiliği'nin mahzeninde tutulduktan sonra, Bekirağa Bölüğü'ndeki hapishaneye konuldu. Daha sonra İzmir'e sürgüne gönderildi. Bir süre saklanan Süleyman Nazif ise İngilizler tarafından yakalanarak Malta'ya sürüldü. Yazdığı makale umutsuz günler geçiren Türk milletinin geleceğine meşale olmuştu.



SÜLEYMAN NAZİF'TEN TOKAT GİBİ YAZI
Süleyman Nazif "Hadisat" gazetesinde 9 Şubat 1919'da yayınlanan ve "Kara Bir Gün" başlıklı yazısında şunları söylüyordu:
"Fransız generalinin dün şehrimize gelişi münasebetiyle bir kısım vatandaşlarımız (azınlıklar) tarafından icra olunan nümayiş, Türk'ün ve İslam'ın kalbinde ebediyete kadar kanayacak bir yara açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüznümüz ve bahtsızlığımız şevk ve ikbale dönse bile, yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzün ve teessürü çocuklarımıza ve torunlarımıza nesilden nesile ağlanacak bir miras olarak terk edeceğiz.
Alman orduları 1871 senesinde Paris'e girdikleri sırada, Büyük Napolyon'un zaferlerini kutlamak için dikilmiş olan zafer takının altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğimiz üzüntüyü ve azâbı duymamıştı. Çünkü "Fransız" namını taşıyan her fert, çünkü yalnız Hristiyanlar değil, Yahudi Fransızlar'la Cezayirli Müslümanlar, o millî matem karşısında aynı keder ve utanç ile ağlamış ve kızarmışlardı.
Biz ise millî varlıklarının ve dillerinin devamını bizim gönlümüzün yüceliğine borçlu olan bir kısım halkın (azınlıkların) hayhuy şamatasıyla bu aziz matemimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. "Buna müstahak değil idik" diyemeyiz. Müstahak olmasaydık, bu felakete uğramazdık. Her milletin hayat sayfalarında birçok ikbal ve bahtsız sayfalar vardır. Fransa Kralı Birinci Fransuva'yı Şarlken'in zindanından kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca kuşatmış bir ümmetin kader defterinde böyle bir kederli satır da yazılıymış. Her hâl, değişir. Araplar'ın güzel bir sözü var: 'Isbır feinne'd-dehre lâyesbır' (Sen sabret, çünkü zaman sabretmez) derler".

FRANSA KENDİNİ BÜYÜK SANIYOR
Fransa'ya bir diğer tokadı Osman Esim Olcay atmıştı. Bir süre Dışişleri Bakanlığı da yapan Osman Esim Olcay, Kıbrıs Barış Harekâtımız sırasında Birleşmiş Milletler'de delegeydi. Türkiye'nin Kıbrıs harekâtı üzerine o günlerde Yunanistan'a tank, top ve 50 Mirage satmak üzere olan Fransa, Güvenlik Konseyi'ne Türkiye'yi hedef alan bir tasarı sundu. Ancak bu tasarı kabul görmedi ve konseyden isim zikretmeden Türkiye'yi kınayan ve Cenevre görüşmelerinin başlatılmasını isteyen başka bir tasarı geçirildi. Osman Olcay, bu tasarı üzerine 17 Ağustos 1974'te tarihe geçecek şu konuşmayı yapmıştı: "Türkiye Elysee Sarayı'ndan ilhamını aldığı açıkça belli olan şartların dikte edileceği müzakereleri kabul edemez. Fransa'nın bu davranışı Yunanistan'a satacağı Mirage uçaklarıyla ilgilidir.
Böyle bir karar tasarısının konseye sunulmasını ve kabul edilmesini esefle karşılıyorum. Karar tasarısında ifade edilen fikirlerin, Fransa'nın içinde oturmakta olduğu fildişi kuleden doğmasına da esef ediyorum. Fransa zaman zaman büyük devlet olabilmekte, fakat küçük işler yaptığı zaman da alabildiğine aşağılaşmaktadır. Şimdi karşımızda gördüğümüz, Fransa'nın bu küçük yanıdır. Yabancı lejyonların Fransa'sı, Şakyet Yusuf cinayetlerinin, paraşütçülerin Fransa'sı şimdi karşımıza geçmiş Türkler'in yaptıklarını kınamaya kalkıyor. Fransa galiba büyüklük vehmine kapılarak böyle bir rol oynamaya heveslendi. Fakat kimsenin çoktan beri ona, büyüklüğünü yakıştırdığı yok artık."
Bu konuşma diplomasinin nasıl yapılacağını gösteren çok iyi bir örnektir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA