Üç gün arayla gerçekleşen Cidde ve Tahran zirveleri dikkatleri Ortadoğu'ya çevirdi. İki zirve Batı medyasında "birbirine rakip yeni ittifakların kurulması" gibi sunuldu. Hatta Tahran zirvesini "Batı'ya karşı otokratlar ekseni" olarak resmedenler oldu. Bu yaklaşım dünyadaki gidişatı ve bölgedeki yeni siyaset gerçekliğini anlamaktan uzak bir sığlık içerisinde. Bölgedeki denklemleri ABD-İsrail- Körfez bloku ile karşısında Rusyaİran ve hele hele Türkiye'nin de katıldığı bir blok olarak okumak büyük bir yanılsama. Elbette iki zirvenin konuları bölge ülkelerinin güvenlik konularının ötesine taşıyordu. Referanslar büyük güçlerin rekabetini gösteriyordu. ABD Başkanı Biden, Afganistan'dan çekilmesinden sonra bölgede oluşan "çekilen ABD" imajını toparlamak için Körfez ülkelerine güçlü mesajlar vermeye çabaladı: "Asla çekip gitmeyeceğiz ve bölgede Çin, Rusya veya İran tarafından doldurulacak bir boşluk bırakmayacağız."
***
Bu sözlerin İsrail'in güvenlik çıkarlarını korumaya yeteceği açık. Ancak Körfez ülkelerinin Washington'ın bölgeye yeni angajmanının ciddi iradesini ve somut karşılıklarını görmeden ABD liderliğinde bir ittifak oluşumu peşinde koşmayacağı da aşikâr. Suudi Arabistan Dış İşleri Faysal bin Ferhan'ın "Arap NATO'su diye bir şeyin olmadığını" söylemesi bölgesel realitenin karşılığıydı. Trump dönemindeki İran karşıtı bloklaşmanın başarısızlığı ortada iken Körfez ülkeleri, İsrail ile güvenlik konusunda işbirliği yapabilirler ancak bunun İran karşıtı bir ittifaka dönüşmesi çok zor ihtimal***
Ankara ile Tahran arasındaki Suriye ve Irak rekabeti ise devam ediyor. Zirve öncesi İran dini lideri Hamaney'in, Türkiye'nin Suriye'de operasyonuna karşı çıkması ve sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Tel Rıfat ve Münbiç'e operasyon kararlılığını vurgulaması iki başkentin pozisyonlarını koruduklarını ve anlaşmazlıkların yönetilmesinde uzlaştığını gösteriyor. Tahran zirvesinin 16 maddelik bildirisinde Suriye'nin toprak bütünlüğü, "özyönetim teşebbüsleri dahil olmak" üzere terörle mücadelede birlikte çalışma, "Suriye'ye ait olması gereken petrol gelirlerinin yasadışı olarak ele geçirilmesine" karşı olma, İdlib'de sükûnetin sağlanması, Anayasa Komitesi'nin önemi, sığınmacıların güvenli dönmesi ve İsrail'in Suriye'deki askeri saldırılarının kınanması gibi konular öne çıktı. Üç ülkenin de ABD'nin Fırat'ın doğusunda YPG'ye verdiği desteğe karşı çıkması Astana sürecinin geldiği ortak noktadır.***
Cidde ve Tahran zirveleri "karşıt ittifak arayışları" olarak okunamaz. Üç sebeple bu yaklaşım hatalı. İlki, Cidde ve Tahran'da ittifak arayışları içerisinde olduğu söylenen ülkelerin birçok meselede ciddi çıkar uzlaşmazlıkları var. İkincisi, iki zirvede de karşıt bloklaşmaya liderlik yapma niyetinde büyük güç ve buna ikna olacak bölgesel güçler bulunmuyor. Dahası Türkiye, bölgeyi kutuplaştıracak bloklaşmaların karşısında duruyor, bunun istikrar getirmeyeceğini sadece mevcut çatışmaları artıracağını düşünüyor. Nitekim son iki yılda BAE, İsrail ve Suudi Arabistan ile yürüttüğü normalleşme politikası sayesinde Türkiye hem Cidde hem de Tahran zirvelerinin katılımcıları ile ikili işbirliklerini geliştiren bir konuma geldi. Üçüncüsü, bölge ülkelerinin hepsi Rusya'nın Ukrayna işgali ve Batı'nın buna tepkisi sonrası yeni bir uluslararası ortam oluştuğunun farkında. Yarın buradan devam edelim...