İttifak olgusu siyasi hayatımızın en belirleyici konusuna dönüştü. 2018 seçimlerinden sonra Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı arasındaki rekabetin devam etmesini ve iki tarafın da birbirlerine karşılıklı hamle yapmasını bekliyorduk. Ancak ittifak siyasetinin bir mıknatıs gibi her meseleyi etrafında toplaması tahmin edilenden daha kritik bir yere gidiyor. Terörle mücadele gibi milli güvenlik meselelerinin "ortak zemin" olması reddediliyor. Muhalefet partileri reform, yeni anayasa ve insan hakları gibi demokrasiyi konsolide etme çabalarını ittifak kaygıları ile ele alıyor. Terör ve darbe girişimlerine karşı kendini savunan Türk demokrasisinin her hamlesi aynı "otoriter rejim" nakaratı ile karşılanıyor. Bu suçlama bir performans eleştirisi değil artık. Özcü ve karşıt bir psikolojinin hezeyanı. Bahanesi açık: "Her şey taktik, hiçbirine inanma." Böylece olumlu görülmesi gereken icraatlar ve öneriler "iktidar bloğuna yarar" kaygısıyla kolaylıkla mahkûm ediliyor.
Farkların baskılanması
Geçen salı günü açıklanan "İnsan hakları eylem planına" da aynı muamele yapıldı. Muhalefet kendi eleştirilerine cevaben de üretilmiş çözümlere "uygulamayı gözlüyoruz, bakalım yapacak mısınız" demek yerine "makyaj" yaftasını yapıştırıyor. Aynı tavır yeni anayasa konusunda da geçerli. "Güçlendirilmiş parlamenter sisteme" dönüşte uzlaşmaya çabalarken "yeni anayasa yapalım" çağrısını "iklim uygun değil" diyerek hemencecik reddediyorlar. Yani muhalefeti birleştirmek için anayasa değişikliği konuşulabilirken, ülkenin ortak meselesi olan yeni anayasa konuşulamaz addedilmeli. Sebebi, anayasayı tartışmanın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı göndermek istemekte birleşenleri dağıtmasından korkmaları. Bu korku yüzünden ülkenin politikaları hakkında rasyonel bir tartışma yürütemiyoruz. Her konuda aynı etiket hazır, "Bu iktidarın taktiği, oyuna gelmeyelim." Muhalefet partileri aralarındaki ciddi ideolojik farklılıkları baskılıyorlar. CHP'nin Atatürkçülükten uzaklaşma eleştirisi umursanmıyor; önemli CHP'liler partilerinden ayrılıyor. İYİ Parti içindeki FETÖ tartışması "iktidarın işi" denerek manipüle ediliyor. Bu kimliksizleşme süreci CHP ve İYİ Parti'den yeni partilerin çıkmasıyla sonuçlanıyor. Hem iktidara hem de içinden çıktığı partiye muhalefet eden bir sürü parti oluşuyor. Yüzde 1 oy alabileceğini düşünen siyasetçiler ortalığı parti cennetine çeviriyor. Şimdiden Meclis'teki parti sayısı 12; yakında 14 olması bekleniyor. Bu ne iktidar ne de muhalefet açısından sevinilmesi gereken bir durum değil. Partilerdeki parçalanma önümüzdeki seçimlerde bütünleşik bir iktidar çıkarmayı riske atıyor. Neticede muhalefetin mevcut iktidarı seçimlerde yenme gayretinin asıl gayesi ülkeyi yönetmektir.
Kimliksizleşme ve partilerin parçalanması
Türkiye'nin bütün siyasi meselelerinin ittifak konumlanmasına kodlanarak tartışılması ve partilerin buna göre tavır belirlemesi merkez siyasetin iki yakasında toplanmak anlamına geldiği söylenebilir. Ancak yakından bakıldığında sorunlu bir toplanma bu. AK Parti ve MHP, gerilimli konulara rağmen, "kimlik ve politika" bağlamında ortaklaşıyor. Ancak Millet İttifakı ve muhtemel bileşenleri ise taktik-pragmatik sebeplerle aralarındaki "kimlik, ideoloji ve politika farklılıklarını" silikleştiren bir yerde konumlanıyor. Elbette partilerin görüşlerini değiştirerek uzlaşması demokrasinin gereği. Ancak gerçek fikirlerini bir süreliğine baskılayarak negatif siyasette (ne olursa olsun karşıyız tavrında) birleşmelerini demokrasi kültürü açısından sağlıklı görmüyorum. Daha sorunlu olan şey ise partilerin parçalanması ve çoğalması. Bu, gelecekte siyasi hayatımızın en büyük sorunlarından birisi olmaya aday. Bugün Erdoğan'ın güçlü liderliği sebebiyle bu kriz yeterli derecede fark edilmiyor. Muhalefet de Erdoğan karşıtlığı bağımlısı olduğu için gelen fırtınayı önemsemiyor. "Gitsin de sonra düşünürüz" tavrıyla ertesi günü düşünmüyor.
Taziye: Bitlis'in Tatvan ilçesinde düşen askeri helikopterde şehit olan 11 askerimiz için Alllah'tan rahmet, ailelerine de başsağlığı diliyorum.