Fransız Cumhurbaşkanı Macron beklediğimiz iddialarla yeniden sahnede. Geçtiğimiz iki günde gerçekleşen AB liderler zirvesinden Türkiye'ye yönelik yaptırım çıkmamasını kendince telafi edercesine Ankara'ya eleştiriler yöneltti. Alman Şansölyesi Merkel, "birbirine bağımlılıktan," ve "yapıcı bağlardan" bahsederken Macron inatla," yaptırım" tehdidini gündemde tutuyor.
Halbuki Almanya, Fransa, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Avusturya'nın "kırmızı çizgileri gösterelim" talebini baskılayarak AB'nin Türkiye ile ilişkilerde bir fırsat penceresi aralamasını temin etti. Merkel, Türkiye ile "pozitif ajandaya dönülerek" Gümrük Birliğinin güncellenmesi, mülteciler ve vize serbestliğini müzakereyi diplomasi masasına koydu. Zirve bildirgesindeki Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ın "haklarının korunması" yönündeki cümleler beklenen vurgulardı. "Çok taraflı Doğu Akdeniz Konferansı" önerisi ise deniz yetki alanlarının sınırlandırılması, güvenlik, enerji, göç ve ekonomik iş birliği konularını içerecek şekilde geniş.
Anlaşılan önümüzdeki üç ay bu konferans fikrini konuşacağız. Ankara, bu önerinin "katılımcıları, modalitesi ve konuları" hakkında inisiyatif alarak bu konferansın Doğu Akdeniz'de hakkaniyete dayalı müzakerelere dönüşmesini temin etmeli. Bu arada, BM'nin Türkiye ile Libya arasındaki deniz yetki alanları anlaşmasını tescillemesi Doğu Akdeniz güç denkleminde Ankara'nın elini güçlendirdi.
***
Evet, Ankara ve Atina arasında görüşmelerin başlamasına karar verilmesi ve AB ile olumlu ajanda açılına rağmen Macron, Başkan Erdoğan ile üçüncü raunt atışmayı başlatmak istercesine davranıyor. Önce Ankara'nın etkili Suriye operasyonları sebebiyle "NATO'nun beyin ölümü" tartışması yaşanmıştı. Sonra Erdoğan'ın Libya ve Doğu Akdeniz hamleleri Macron'u çileden çıkarmış ve kırmızı çizgi söylemine yöneltmişti. Şimdi Erdoğan'ın Minsk Grubunun etkisizliğinde bahsetmesi ve Azerbaycan'a Ermeni işgalinin bitirilmesi için verdiği destek Macron'u rahatsız ediyor.
Minsk Grubunun üç eş başkanından birisi olarak Türkiye'yi "düşüncesiz ve tehlikeli politik açıklamalar" yapmakla suçluyor. Ve "Suriye'den giden savaşçılar" argümanına sarılıyor. Şurası açık, Macron, Suriye ve Libya'dan sonra Dağlık Karabağ krizinde de Erdoğan'ın öne geçmesinden mutsuz. Bu sebeple, Fransız cumhurbaşkanının Türkiye'ye yönelik daha sert suçlamalarda bulunmasını ve Erdoğan'ın da hak ettiği cevabı vermesini beklemeliyiz. Dış politikadaki acemilikleri yetmezmiş gibi, içerideki halk desteği düşen Macron, popülist siyasetini yoğunlaştırıyor. Meşhur "Fransız laikliğinin" hilafına olacak şekilde "Fransa İslam'ı projesini" hızlandırıyor. Macron dün, "İslam, bugün dünyanın her yerinde kriz yaşayan bir dindir" diyerek "reform" adı altında Türkiye, Fas ve Cezayir'in Fransa'daki imamlarını eğitmesine son vereceğini açıkladı. Bu karar dini özgürlüklere müdahale eden bir yaklaşımın tezahürü. Aşırı sağ Le Pen'den kurtulmak adına ikinci turda seçilebilen Macron, şimdilerde İslamofobik açıklamaları ile Fransız aşırı sağını aratmıyor.
***
Macron'un yeni zırvalarını bir kenara bırakabiliriz. Aralık'taki zirveye kadar AB-Türkiye ilişkilerinde bir fırsat penceresi aralandı. Merkel, Erdoğan ile fark yaratacak "dinamik bir müzakerenin" peşinde. Zira Macron sorumsuz açıklamalarına devam ederken, Merkel, Almanya'nın birleşmesinden 30 yıl sonra Avrupa'nın sorumluluklarını üstlenen bir liderlik sergiliyor. Başarılı olması için, 2018 yılında yarıda bırakılan Gümrük Birliği güncelleme görüşmeleri başlamalı. Vize serbestliğinin yolu açılarak mülteci anlaşması yenilenmeli. Ve eğer Almanya dönem başkanlığını bu ivmeyle Portekiz'e devrederse, Aralık'taki zirvede Türkiye ile ilişkilerde yeni gerilimler değil olumlu ajandanın ilk sonuçları konuşulur. Avrupa'nın önünde yeni bir stratejik fırsat penceresi açılır.