Hamdolsun, dün kılınan Cuma namazı ile Ayasofya, yeniden cami oldu.
Bu kutlu günü görebildiğim için çok mutluyum. Sembollerle doluydu 89 yıl sonra kılınan bu ilk Cuma namazı.
Yüzbinlerin coşkusu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kuran tilavetiyle, minberdeki iki yeşil sancak ve kılıçla ve Fatih'in türbesine ziyaretle bütünleşti
Türkiye'nin bağımsız iradesinin bir tecelli anı olan bu açılış, kuşkusuz Erdoğan'ın liderliği ve milletimizin ona duyduğu güven sayesinde gerçekleşti. "Ayasofya'nın dirilişi" bu saatten sonra Türkiye'nin uluslararası sistemde etkili aktör olma hamlelerini sembolize eden bir gerçekliktir. Milli kimliğimizin eksik bir yapıtaşının yerine koyulmasıdır. Ülkemizde demokrasi var oldukça bu açılışı geri çevirmeye hiçbir siyasetçi cesaret edemez. Ayasofya'nın yeniden camiye çevrilmesini tekbirlerle karşılayanlar olduğu gibi "Erdoğan'a yaramasın" diye üzüntülerini içlerine gömenler de oldu. İçerdeki laikçi endişelilere kıyasla Müslüman dünyanın çoğunluğunun gönlünün dün İstanbul'da, Ayasofya-i Kebir Camii-i Şerifindeki namazda olduğunu biliyoruz. Gönlü orada olup da namazda yer bulamayanların heyecanı ve aidiyeti makbuldür. Artık Ayasofya Müslümanların "büyük camisi" olarak her zaman ibadete açıktır. Müze olmasının hüznünü yüreğine bastıranların bu kavuşmayı yaşaması haklarıdır.
Ancak muhafazakâr-İslami geçmişten gelip de Ayasofya'nın dirilişinin heyecanını hissetmemenin bir nasipsizlik olduğu görüşündeyim. Davet edilip de gelmeyenler, Ayasofya'da namaz kılmanın "gençlik hayali olmadığını" belirtenler bu kutlu anın sevincini duyamadılar. Bu nasipsizliklerine onların adına üzüldüm. Dünyadan gelen "hayal kırıklığı ve üzüntü" ifadeleri Türkiye'nin bu kararını eninde sonunda kabul etmekten öteye gidemez. Yunanistan ve bazı Hristiyan din adamlarının suçlamaları dışında Ayasofya'nın camiye çevrilmesinin peşini kovalayacak bir siyasi dalga beklenmiyor. Batı medyasının ideolojik kampanyaları "hilafet geri geliyor" argümanıyla devam eder. Siyasi liderler sembolleri kullanırsalar da asıl reel çıkar ve hesaplara bakarlar. Türkiye'nin Suriye, Irak, Libya ve Doğu Akdeniz'deki hamlelerini asıl hesap edilmesi gereken konular olarak görürler. Semboller ve ideolojik etiketlemeler bu hamleleri baskılamak için seferber edilir. "Yeni Osmanlıcı ya da İslamcı" denmesi Ankara'nın kendi milli çıkarlarını proaktif şekilde gerçekleştirmeye çalışmasını önleyemez.
Türkiye, dış politikadaki dinamizmini ideolojik bir saik ile değil, bölgesinin istikrarı ile ilişkilendiriyor. Kendi milli güvenlik çıkarlarını korurken diğer aktörlerle hem rekabet hem de iş birliği düzleminde ilişki kuruyor. İttifakların anlamının yeniden tanımlandığı uluslararası sistemde yeni güç boşlukları oluşmaya devam edecek. Bunları doldurmada liderlerin fark yarattığı çok açık. Başkan Trump'ın rakibi Biden'ı eleştirirken dünyanın zeki liderleri (Şi, Putin ve Erdoğan) ile rekabet edemeyeceğini söylemesi bu gerçekliğe işaret ediyor. Eski Ulusal güvenlik danışmanı Bolton'un kitabındaki anekdotların da gösterdiği gibi Macron dahil hiçbir Avrupalı lideri bu kategoride görmemesi de hayli ilginç.
Yani, çok net, Ayasofya'nın camiye çevrilmesinin Erdoğan'a nasip olması liderlik performansıyla ilgili. Muhalefet "müzeden yeniden camiye çevrilmeye" itiraz etmeyerek kendilerince Erdoğan'ın "kimlik siyaseti" yapmasını önleme derdindeler. Bu sessizliğe en güçlü itiraz Orhan Pamuk'tan geldi: "Bu, basitçe, 'Kemal Atatürk'ün laikliğine artık saygı duymuyoruz' demek anlamına geliyor... Dünyanın geri kalanına Batı'dan memnun olmadıklarını söylüyorlar... Ancak muhalefetin de buna karşı çıkmaması beni şaşırtıyor." Yani, "Batılılaşmayı, Kemalist laikçiliği" zayıflatan bir eyleme tepki verilmemesinden rahatsız. Pamuk geriden geliyor.
Kılıçdaroğlu, bu milletin değerleri ve sembolleri üzerindeki polemiklerin Erdoğan'a yarayacağını çok iyi biliyor. Milletimizin Batı algısı da hayli dönüştü. Ancak Pamuk da bir noktada haklı
"Ayasofya'nın dirilişi" AK Partinin "Kemalist devletçiliğe" savrulduğu argümanını zayıflatarak muhafazakâr seçmeni memnun ediyor.
İtiraz etseler de etmeseler de Erdoğan kazanıyor.