Washington ve Ankara arasındaki tansiyon yeni gerilimlerle tırmanıyor. Başkan Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmelerinde verdiği sözlere rağmen hiçbir sorun çözülmüyor.
Aksine ABD tarafı gerilimlere yenilerini ekliyor. Sadece bu hafta Kongre'ye Türkiye aleyhtarı üç tasarı sunuldu.
1-Tutuklu ABD vatandaşları ve konsolosluk görevlileri için yaptırım tasarısı 2-1915 Ermeni olaylarını "soykırım" olarak tanınmasını isteyen tasarı 3-ABD'nin Doğu Akdeniz'de Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail ile çalışmasını öneren tasarı.
Son tasarı, Doğu Akdeniz'e Türkiye aleyhine olacak şekilde ABD'nin müdahalesini istiyor. Güney Kıbrıs'a yönelik silah ambargosunun kaldırılmasını öneriyor.
Türkiye'yi enerji araştırmalarına müdahale etmemesi konusunda uyarıyor. Rusya'yı sınırlandırmak için Doğu Akdeniz'de Türkiye ile çalışmak yerine Yunanistan, İsrail, Mısır ve Kıbrıs ile ittifakın pekiştirilmesi öneriliyor.
Böylece, İran karşısında kurulan Suud- Mısır-İsrail-Körfez hattı Doğu Akdeniz'e taşınıyor. Bunlar yetmezmiş gibi, Dışişleri Bakanlığı, vatandaşlarına Türkiye ile ilgili "kaçırılma riski" uyarısı yaptı. ABD'nin Ankara Büyükelçisi adayı D. Satterfield de, Senato Dış İlişkiler Komitesi'nde onaylanırsa Türkiye'ye "doğru stratejik kararı vermesi için baskı yapacağını" söyledi.
İkili ilişkileri onarma yerine selefleri gibi Ankara'ya "baskı" yapmayı görevi sanıyor.
Aslında, ABD ve Türkiye arasında yaklaşık 70 yıllık geçmişi olan ortaklık ilişkisi 2013'ten bu yana sürekli olarak ve ciddi ölçekte kan kaybediyor. İlişkilerdeki kötü gidiş gerilimlerin yönetilememesiyle alakalı değil. Ankara'dan bakıldığında temel sebep, Washington'un kendi stratejik önceliklerini değiştirirken aynısını müttefiki Türkiye'nin de yapmak durumunda olduğunu kabul etmemesi. İkili ilişkiyi sürekli "baskı" uygulayarak asimetrik bir formda tutma arzusu. Kendi kısa vadeli taktik çıkarlarını Türkiye'nin uzun vadeli stratejik çıkarları aleyhine formüle etmesi. İki ülke arasındaki her krizde kendisinin haklı olduğunda ısrar etmesi. Bu yaklaşım her gerilimin suçunu Türkiye'de bulan nobran bir politika ile sonuçlanmakta. Yanlış çıkarımlarla ikili ilişki zehirlenmekte.
Washington'un hatalı çıkarımları saymakla bitmez: "YPG'ye silah desteği vermek Türkiye'ye zarar vermez ancak Ankara'nın YPG ile mücadelesi DEAŞ ile mücadeleyi sekteye uğratır. Darbe girişiminin arkasındaki Gülen için yeterli delil yoktur ancak tutuklanan ABD'li çalışanlar masum. 15 Temmuz darbe yargılamaları ve yeni sisteme geçiş ile Türkiye demokrasiden uzaklaşmakta. Rusya ile yakın ilişkiler kurarak ve S-400 alarak NATO güvenliğini tehlikeye atmakta. Alırsa F-35 projesinden çıkarılmalı ve CAATSA yaptırımları ile tedip edilmelidir." Yani Washington'a göre gerilimlerde bütün suç, Ankara'da ve özellikle "otoriterleşen" Erdoğan'da. Yapılması gereken ise "Türkiye'yi baskıyla eski muvafık pozisyonuna geri getirmek." Washington'daki Rusya ve İran'ı sınırlandırma adına, Ortadoğu ve Akdeniz politikasında önceliklerini farklılaştırıyor. Ve ağırlığını, Türkiye'nin aleyhine ve Türkiye ile rekabette olanların lehine olacak şekilde koyuyor. Yaşanan gerilimlerin bir kısmı bu yeni stratejik tercihin ürünleri. Trump, Erdoğan ile diyaloğunu korumak istese de kurumların ve Kongre'nin direncini aşabilecek yerde değil. S-400'ler konusunda "Türkiye tercihini yapmalı" diyen Washington, kendi tercihini Ankara'ya dayatmaktan vazgeçmeli. Hasımlara uygulanan yaklaşımları (terör örgütünün desteklenmesi ve yaptırımlar gibi) terk etmeli. Tek taraflı ve nobran üslup değiştirilmezse gerilim kontrolden çıkabilir.