Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Ankara'da partisinin 11 maddelik yerel seçim manifestosunu açıkladı.
Gönül belediyeciliği diye adlandırdığı yeni belediyecilik anlayışının prensiplerini "şehir planları, altyapı ve ulaşım, kentsel dönüşüm, benzersiz şehirler, akıllı şehirler, çevreye saygılı şehirler, sosyal belediyecilik, yatay şehirleşme, halkla birlikte yönetim, tasarruf ve şeffaflık, değer üreten şehirler" başlıkları ile açıkladı.
Hepsi de daha fazla katılımcılık vurgusu içeriyordu.
Anlaşılan, AK Parti belediyecilikte 1994 ruhunu tazeleyerek katılımcı yeni bir devrime hazırlanıyor. Uzun vadeli strateji ile anlık uygulamayı denetlemeyi bir araya getiriyor. Nitelik ihtiyacını aksatmadan niteliği, kaliteyi öne alacağını vaat ediyor.
Erdoğan konuşmasında, Cumhur ittifakını bir "beka meselesi" olarak gördüğünü de sözlerine eklemeyi ihmal etmedi.
***
Bazıları yerel seçimlere giderken Erdoğan'ın beka meselesine vurgusunu anlamıyorlar.
Elbette yeni sistem sebebiyle, yerel seçimlerin sonucu ne olursa olsun bir hükümet krizi beklememeliyiz.
Ancak 2013'ten bu yana ülkemizi tökezletmek isteyenlerin saldırıların dinmeyeceğini de öngörmeliyiz.
Bir örnek vereyim.
American Enterprise Institute'den Michael Rubin, önceki gün Erdoğan'a ve ailesine
saldıran bir yazı kaleme almış.
Yazıda, FETÖcülerin argümanlarını birbiri ardına sıralamış.
Pekala görmezden gelinebilirdi...
Ancak Rubin'in
15 Temmuz 2016 darbe girişiminden önce aynı kurumda 21 mart 2016'daki yazısında "
Türkiye'de bir darbe olabileceğini" yazdığını ve yine "Erdoğan'ın sonunun Saddam ya da Mursi gibi olacağını" söylediğini hatırlarsak meselenin rengi farklılaşır.
Nitekim Rubin'den sonra
John Hannah da 15 Haziran 2016'da "Erdoğan diye bir sorunlarının" olduğunu, "ABD'nin menfaatlerinin daha fazla riske girmemesi için bir şeyler yapılması gerektiğini" yazmıştı.
Askeri bir darbeden bahsetmişti.
Sonrasını biliyoruz...
***
Şimdi Washington'da sanki yeni bir Erdoğan aleyhtarı kampanya başlıyor gibi.
Rubin, Erdoğan'ı "diktatör" olarak nitelemek için
FETÖcülerin "otoriterleşme" literatüründen uyarladığı bütün kavramları seferber etmiş.
Kendince hem Erdoğan'ın geleceğini "dünyadaki diktatörlerin sonları" ile kıyaslayarak "devlet törenini, hapsi, sürgünü ya da idamı" senaryolar halinde sunmuş.
Menderes'in sonundan daha kötüsünü Erdoğan için öngörmüş.
Hem de hayır işleri ve sivil toplum faaliyetleri ile ilgilenen Erdoğan ailesini sözde senaryolarının merkezine oturtmuş.
***
Öncelikle eğer ABD medyasında Rubinvari başka yazılar çıkarsa, yeni bir saldırının daha başladığını söyleyebilirim.
Çıkmazsa Rubin, provokatörlüğü ile kalır.
Ancak şurası net: Türk milletinin gönlüne giren bir lideri sandıkla gönderemeyenler yeni örtülü/açık operasyonlardan vazgeçmeyecekler.
17-25 Aralık ile 15 Temmuz darbe girişimlerinin arkasındaki mahfiller yerel
seçimlerin sonuçlarına göre daha
şevkle saldırma hazırlığındalar.
Dertleri gerçekte Erdoğan ve ailesi değil.
Türkiye'nin parlak geleceği, bir üst ligde kalma kararlılığı. Saldıranların hedefi, Erdoğan'ın liderliğiyle Türkiye'nin milli menfaatlerini takip eden bağımsız bir politika izlemesine son vermek.
Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı sistemini konsolide etmesini bir şekilde engellemek.
Yeni taktikleri ise Erdoğan ve ailesi ile Türkiye'yi ayrı yerlerde göstermek.
Onlar vazgeçmeyecek, ama saldırıları da sonuç vermeyecek.
Davası Türkiye olanlara bu büyük millet gönlünü açar ve sonuna kadar da desteğini verir.