Trump yönetiminin tutarsız Ortadoğu politikası parça parça şekilleniyor. Kudüs krizi henüz yatışmadan ABD'nin BM Daimi Temsilcisi N. Haley, Yemen'den Suudi Arabistan'a fırlatılan füzelerin İran tarafından verildiği iddiasını gündeme getirdi.
Haley, silah parçalarını göstererek yaptığı konuşmasında, "İran'ın Ortadoğu'daki tutumunun gittikçe kötüleştiğini ve bölgedeki çatışmaları tetiklediğini" öne sürdü. Bu iddialar S. Arabistan ve BAE'den gelen İran karşıtı açıklamalarla desteklendi.
Amacın Müslüman hakları birleştiren "Kudüs gündemini" dağıtmak, tekrardan İran'a odaklanmak olduğu açık. Washington, Suudİran sıcak kapışmasına giden yola yeni taşlar döşeme konusunda ısrarcı görünüyor.
Yönetimin Ortadoğu politikasının bölgenin aktörlerini, sorunlarını ve ideolojik kırılmalarını sağlıklı şekilde değerlendiren bir analize dayandığı söylenemez. Aksine Obama döneminin "İran'ı sisteme dahil etme" yaklaşımını ve "radikal-ılımlı İslamcılık" ayrımını reddetmeye dayanan tepkisel bir zemine oturuyor. Bu da tutarlı bir politikayı imkânsız kılmakla kalmıyor.
Washington'daki İsrail ve BAE lobilerinin çıkarlarının ABD'nin politikalarını belirlemesi ile sonuçlanıyor. Ayrıca, evangelist etkilerin üst düzey yönetimi "İslamcılığın her türünün tehlikeli olduğu" görüşüne ittiği de söylenebilir. Böylece ABD'nin bölgedeki stratejik hesapları İsrail-BAE zihniyeti ve onun beslediği hatalı "siyasal İslam politikası" yüzünden savrulmakta, bölgede de uzun vadeli bir kaos oluşturmakta.
Dahası, Trump yönetiminin İran'ı sınırlandırma stratejisinin de içi boş, amacı farklı bir söylem olduğunu düşündürmekte. Asıl amacın, bölgeyi daha fazla savaşa ve silah alımına itmek olduğu algısı güçlenmekte.
Mayıstaki Riyad zirvesinde ortaya konulan "İran'ı sınırlandırma" hedefinden Washington'u uzaklaştıran üç örnek verebilirim.
1- Katar ablukası ile Körfez İşbirliği Teşkilatı ikiye bölünerek etkisiz hale getirildi. Doha, Tahran ile daha yakın çalışmak zorunda kaldı.
2- Washington'dan cesaret alan veliahtlar Lübnan Başbakanı'nı istifa ettirmeye çalıştılarsa da sonuç hüsran oldu.
3- Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma kararı, Körfez'i bölen diğer bir husus oldu. İstanbul'daki İİT zirvesine S. Arabistan ve BAE düşük düzeyde, Kuveyt, Umman ve Katar ise üst düzeyde katılım sağladı. İran'ın ve vekillerinin eline söylem malzemesi verildi.
Washington'ın kutuplaştırıcı ve çatıştırıcı bölge politikasının temelinde aslında tercih ettiği "siyasal İslam politikası" bulunuyor. Ve bu tercih, aşırılıkçı grupları uzun zamandır finansal ve ideolojik olarak destekleyen ülkelerin ve İsrail'in argümanlarına dayanmakta. Bu kanaatim Trump yönetiminin, başkandan sonra en güçlü ismi olan, ulusal güvenlik danışmanı McMaster'ın Türkiye ile ilgili "radikal İslam sponsorluğu" suçlamasıyla daha da pekişti.
AK Parti'yi "Türkiye'yi Batı'dan koparan bir İslamcı model" olarak tanımlayan McMaster, sonradan sözlerini düzelterek Türkiye'yi "ılımlılık ve ilerleme" ile ansa da, İslami hareketlere bakışındaki "radikal" yaklaşımı açık etti.
Müstafi danışmalar, Steven Bannon ya da Sebastian Borka'nın görüşlerine yakınlığını izhar etti. McMaster'ın zihninde de İslami hareketlerin "siyasallaşmasının" eninde sonunda "aşırılığa kayacağı" önermesi var. Bu önerme, demokratik İslami hareketlerden korkan BAE, Suud ve Sisi rejiminin tezidir.
Müslüman Kardeşler dahil, "siyasallaşan" bütün İslami hareketleri "terörist" ilan ederek baskılamak Körfez'in Selefi halklarını aşırı ideolojilerden koruyamaz. Zira bölgedeki kutuplaşma derinleşirken dini yorumlar dahil her şey kaçınılmaz olarak siyasallaşacak. Kaldı ki söz konusu yaklaşımın El-Kaide'den Deaş'a kadar defalarca iflas ettiği ortada. Üsame bin Ladin'in oğlunun sahneye çıkması da aşırılar için yeni adreslerin oluşturulduğunu düşündürüyor.
Ezcümle, Trump yönetiminin İsrail- BAE patentli "siyasal İslam" politikasının Obama'nın samimiyetsiz "ılımlı İslam" politikasından daha büyük bir iflasla sonuçlanacağını öngörmek için yakın tarihe bakmak yeterli. Belki de Washington bilerek "fanatiklerin ekmeğine yağ sürmekte."