İstanbul Bildirgesi, Doğu Kudüs'ü Filistin'in "başkenti" olarak ilan etti. İslam İşbirliği Teşkilatı, Filistin'e ilk defa bu denli somut ve güçlü bir destek verdi. Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas'ın toplantıyı "başarıyla sonuçlanmış ender bir zirve" olarak nitelemesi de bunun yansıması.
Başarının arkasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın aktif diplomasisi yatıyor.
Erdoğan, Kudüs krizini Müslümanların yanı sıra tüm insanlığın meselesi olarak gördü. Ve BM Güvenlik Konseyi kararları temelinde uyarı tonu yüksek ve aktörleri kapsayıcı bir siyaset izledi. Alınan olumlu sonucun Filistin'i memnun ederken ABD ve Suudi Arabistan- Mısır- BAE hattını rahatsız edeceği ortada. Zira İsrail'in işgal devleti olduğunu yineleyen bildirge, ABD'nin arabulucu rolünü kaybettiğini de vurguladı.
Zirveye bakan yardımcısı düzeyinde katılan Suudi Arabistan, Trump'ın kararını ayrıca kınamak zorunda kaldı. Halbuki Trump, damadı Kushner ve ekibinin çalışmalarıyla, Riyad- Kahire- Tel Aviv hattında barış sürecini canlandırma çabasındaydı. Hatta bu zamana kadar dışarı sızmayan plan için Suud Veliahtı Selman'ın Abbas'a baskı yaptığı medyaya yansımıştı. Zirve kanaatimce üç yeni trendin altını çizdi. İlki, çatışma içindeki Arap dünyasının ilgisini yeniden Kudüs'e çevirdi. Böylece Suriye, Irak, Libya ve Yemen iç savaşlarının unutturduğu İsrail yayılmacılığı tekrardan kamuoylarının odağı haline geldi. İkincisi, ABD'nin son dönemde tek taraflı kararları yüzünden büründüğü "yalnız ve hırçın süper güç" profilini daha da netleştirdi.
AB ve Rusya'nın, Kudüs'ün iki devletin de başkenti olmasını sağlayacak şekilde iki devletli çözümden yana olduğu hatırlanırsa, ABD'nin bir sembolik darbe daha aldığı söylenebilir. Bu saatten sonra Kushner'in hazırlattığı barış planını ne Filistin'e ne de Müslüman dünyaya kabul ettirmek mümkün.
Üçüncüsü ise Arap olmayan Müslüman yöneticilerin Kudüs'ü sahiplenmede öne geçmesi Arap yöneticilerin halkları nezdindeki meşruiyet kaybını hızlandırdı. Türkiye, İran, Endonezya ve Malezya gibi ülkelerin gösterdiği Kudüs kararlılığı, S.Arabistan ve Mısır gibi Filistin konusunun güçlü aktörlerini zora soktu.
Mayısta Riyad zirvesinde Arap yöneticileri küre başında İran'a karşı bloklaştıran Trump'ın asıl amacının İsrail'in yayılmacılığına destek vermek olduğu gün yüzüne çıktı.
İstanbul zirvesinden sonra Riyad ve Kahire'nin Filistin'den Batı Şeria ve Kudüs konusunda taviz isteyecek bir planın arkasında durması meşruiyet kaybını büyütecektir.
Trump'ın Kudüs kararı Washington- Tel Aviv- Riyad arasında üzerinde anlaşılan bir yol haritasının parçası mıydı? Yoksa Trump, iç siyasi kaygılarla sondaki hamleyi başa mı aldı?
Muhtemelen ikincisi... Bu tercihin, Sisi darbesiyle etkin aktörlüğünü kaybeden Mısır bir yana, özellikle S.Arabistan'ın siyaset alanını daralttığı görüşündeyim. Öncelikle, Mekke ve Medine'nin koruyucusu olarak kendini sunan bir devletin Kudüs konusundaki pasif tavrı Müslüman ve Arap dünyasındaki "liderlik" iddiasını yaraladı.
Katar ablukası, Lübnan başbakanı Hariri'yi istifa ettirme ve Yemen eski cumhurbaşkanı Salih'i yanına alırken koruyamamak gibi başarısızlıklara bir yenisi eklenmiş oldu. Ortadoğu halklarının kamuoyunu yönlendirmede inisiyatif, Türkiye ve İran'ın eline geçti.
Washington mahreçli bir barış planına destek vermek ise "Kudüs'ü satmak" olarak zarar hanesine yazılacak. Yine Suud'un İran'ı sınırlandırma ve Türkiye ile Katar'ı hizaya getirme arayışında da ciddi bir ideolojik sermaye kaybı yaşandı. İran Şiici yayılmacılığını İsrail karşıtlığı ve Kudüs sembolizmi ile örtebilecek.
Suriye'deki itibar kaybını toparlayacak.
Yemen dahil vekalet savaşlarında sert gücüne yumuşak gücü ekleyecek. Ancak ABD- S.
Arabistan- Mısır- BAE- İsrail hattının yeni hamlesini beklemeliyiz. ABD ulusal güvenlik danışmanı McMaster'ın Türkiye ve Katar'ı "radikal İslamcılığın" yeni sponsorları olmakla suçlaması ilk emareler. Yakın zamanda "Kudüs'e sahip çıkan radikal İslamcılar" propagandasına hazır olalım. Bu kampanya Arap yöneticilerinin meşruiyet kaybını telafi edemez, hatta daha da derinleştirir.