İsrail, "güvenlik" gerekçesiyle 14 Temmuz'da Mescid-i Aksa girişlerine koyduğu metal dedektörleri gelen tepkiler üzerine kaldırdı. Filistinlilerin gösterdiği direnişin İsrail'in müttefiki olan Ürdün'ü de karıştırma ihtimali bu geri adımı attırdı.
Bu kararı "doğru ancak yetersiz bir adım" olarak gören Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail hükümetinin, "her gün yeni tedbirlerle Kudüs'ün İslami karakterini tahrip etmeye yeltenmesini" eleştirdi. Erdoğan'ın bu eleştirisi Mescid-i Aksa krizinin hem bugününün hem de muhtemel geleceğinin nirengi noktasına değiniyor.
***
Mesele, İsrail'in, Kudüs'ü ve Mescid-i Aksa'yı "
Yahudileştirme" hırsında yeni bir aşamaya geçmesidir. "
Tapınak Tepesi Hareketi" gibi aşırıların
etkisindeki
İsrail siyaseti, Mescid-i
Aksa'nın bulunduğu
tepe üzerindeki
"
Yahudi iddiasını"
gerçekleştirmek istiyor.
İlk gösterge, İsrail hükümetinin UNESCO'nun Ekim 2016'daki Mescid-i Aksa kararına sert bir dille karşı çıkmasıydı. 14 Temmuz niyeti eyleme taşıdı. Erdoğan haricindeki Müslüman liderlerden gelen cılız tepkilere bakılırsa İsrail, yeni adımları atmaya müsait bir ortam görmektedir.
İşte bu sebeple İsrail, Kudüs Mescid-i Aksa'yı Yahudileştirme hedefinden vazgeçmeyecek. Dahası, Katar krizinin en önemli sebebi olan Hamas'ın Gazze'den tasfiye edilmesi projesini de hayata geçirmek için fırsat kollayacak.
***
Mescid-i Aksa krizi çıktığında akıllara gelen sorular çok basitti. Ortadoğu'daki gidişat kurulduğundan bu yana hiç olmadık ölçüde İsrail'in lehindeyken, Tel Aviv, İslam dünyasını karşısına alacak böylesine riskli bir eyleme neden girişti? Dahası, Arap liderlerle bu kadar iyi ilişki düzlemini ele geçirmişken niçin onları halkları gözünde sıkıntıya sokacak bir hamle yaptı?
İran'ı çevreleme gündemdeyken neden Tahran'a "
Kudüs" sermayesini kullanma fırsatı verdi? Aslında cevap da basit: İsrail, Arap isyanlarından bugüne elde ettiği jeopolitik avantajı somut kazanımlara çevirme hırsına düştü.
***
Ortadoğu'da halkların seçtiği hükümetlerin iktidarda olması Tel Aviv'in hep korkulu rüyası olmuştur. 2006'da Hamas'ın Gazze'de demokratik seçimlerle iktidara gelmesini hazmedemeyerek ambargoya başlamıştı. 2009'da Davos'ta, Türkiye ile ilişkiler bozulmuştu. Arap isyanlarının kışa dönmesi "
demokrasi korkusu" yaşayan İsrail'i ziyadesiyle memnun etti.
Suriye iç savaşı Tel Aviv'in bir düşmanını daha saf dışı etti. 2013'te Mısır'da seçilmiş Mursi yönetimini deviren BAE öncülüğündeki Körfez monarşileri İsrail'e bayram ettirecek bir armağan sundu. Suud-İran kutuplaşmasının getirdiği jeopolitik kaosun da en kazançlı ülkesi yine tartışmasız İsrail. Ve birer birer parçalanan ya da zayıflayan Sünni ülkeler İsrail ile işbirliğine mahkûm oldular.
Trump yönetiminin İran'ı çevreleme politikası ise Tel Aviv'e yepyeni bir hırs aşılıyor. Katar krizi gerek Hamas'ı hedef almasıyla, gerekse Körfez İşbirliği Teşkilatı'nı etkisizleştirmesi boyutuyla İsrail'in elini güçlendiriyor.
Körfez'in İran karşısında etkin bir blok olamaması gibi bir sonuç ise Tel Aviv'i zannedildiğinden daha az endişelendiriyor. Zira İran'ın direniş hattının İsrail'e zarar vermekten ziyade Sünni dünyayı tahriple meşgul olduğu ortada.
Bugün Tahran'ın meşhur "
Kudüs güçleri" mezhepçi çatışmaları körüklemeye yarıyor ancak. İsrail için Hizbullah, bütün bu avantajların yanında, yönetilebilir bir tehdit durumunda.
Ezcümle, Mescid-i Aksa'nın statüsünün gerilim konusu olmaya devam edeceğini öngörebiliriz. Bugünkü gidişat İsrail'in hırslarının lehinedir. Tel Aviv, mevcut jeopolitik avantajını kontrollü gerilimler sayesinde somut kazanımlara çevirmekten vazgeçmeyecek.
Arap liderlerinin sekter ve kısa vadeli çıkarlara endeksli dünyası İsrail'in hırsını dindiremez. Halkların derin öfkesi ise kabarmakta olan bir fırtınadır.