Siyasi gündemi Türkiye kadar yoğun olan ülke sayısı çok azdır.
Türbülansı, kaosu bol bir bölgenin aktif aktörü olmanın getirdiği zorluk bu.
Suriye ve Irak'taki iç savaşın sorunları yetmezmiş gibi şimdilerde Katar ve Mescid-i Aksa krizleri de doğrudan Türkiye'nin inisiyatif alması gereken konular arasında. Ayrıca, Türkiye'nin üç-dört yıldır güvenlik ve istikrar için yaptıklarının Batı ülkeleri ile ittifakının anlamını dönüştürdüğü de gözden kaçırılmamalı.
Alman siyasetçilerinin "ekonomik yaptırım" fikri üzerinden doğrudan Türkiye'yi hedef alması ve ABD genelkurmay başkanının S-400 füzeleri konusunu "endişe" verici olarak nitelemesi bunun son iki örneği.
Türkiye, 2019 seçimlerine giderken içte ve dışta meydan okumalarla yüzleşmek durumunda. Ülkemizin 2013'te başlayan türbülans döneminden çıkması arzu edilmiyor. Aksine, cumhurbaşkanlığı sisteminin ilk cumhurbaşkanının kim olacağı konusunda iki yıllık kıyasıya bir mücadelenin altyapısı hazırlanıyor. Bu noktada dört alanda meydan okumaların olacağını öngörebiliriz:
a) 15 Temmuz-FETÖ yargı süreci.
b) PKK-PYD'nin Suriye ve Irak'taki varlığı.
c) Suriyeli mülteciler konusu.
d) Cumhurbaşkanlığı sistemine uyum yasaları.
Söz konusu dört konu da iç istikrarı, ekonomik büyümeyi ve Batı ile ilişkileri krize sokabilecek riskler içermekte.
İlkinden başlarsak, Türkiye'nin FETÖ, PKK ve DHKP-C ile mücadelesinin Batı başkentlerinde "terörle mücadele" yerine "fikir-ifade özgürlüğü" ve "insan hakları ihlalleri" düzleminde değerlendiriliyor olması temel bir sorun haline geldi. Büyükada tutuklamalarından sonra Berlin'in "ekonomik yaptırım" ve "Gümrük Birliği'ni tartışalım" noktasına gelmesi ve bunun diğer AB ülkelerine yayılması ihtimali Türkiye-Batı ilişkilerinin geleceği açısından kaygı verici.
Buradaki tehdit, Türkiye'nin 2019 seçimlerine giderken yaptırımlarla "ekonomik krize" sokulması ihtimali.
Ekonomik diplomasinin Berlin'deki "Erdoğan'ı acıtalım" hissiyatını dindirmesini umalım. Ancak Türkiye'nin de artık Avrupa'dan gelecek "yaptırım" saldırılarına hazırlıklı olması lazım.
Yine, FETÖ ile mücadelenin "aksaklıkları" üzerinden toplumsal bir karmaşa çıkarılması ihtimali de sürekli göz önünde bulundurulmalı.
İkinci meydan okuma, Kuzey Suriye ve Irak'taki PKK varlığı ile mücadelenin içeride bir kitlesel provokasyona çevrilmesi olasılığı.
"Müttefik" ABD önerisiyle ismini YPG'den SDG'ye çeviren PKK'nın Afrin ya da benzeri bir yerdeki saldırıya Türkiye içinde ve Avrupa başkentlerinde nasıl karşılık vereceği hesaplanmalı. ABD ile ilişkilerde yeni krizler üretebilecek olası müdahalenin bölgesel-yerel denklemi dikkatlice oluşturulmalı.
Üçüncü risk alanı, ülkemizdeki Suriyelileri hedef alan, "milliyetçi" görünümlü provokasyonlar olabilir.
Bunun önüne geçebilmek için planlı bir entegrasyon politikasına geçerek iç kamuoyunun hissiyatının yönetilmesi elzem.
Dördüncü meydan okuma alanı ise cumhurbaşkanlığı sistemine uyum yasalarına muhalefeti CHP'nin sokaklara taşıması ihtimalidir. 2019'da Erdoğan'ın yeni sisteme göre cumhurbaşkanı seçilmemesini isteyen çevreler bahsettiğim dört alanı "ekonomik krizle" tetiklemeye yönelebilirler. Bu risklere karşı siyaset kurumunun teyakkuzda olması gerekli.
Erdoğan'ın etkin liderliği ve farklı toplumsal kesimlerdeki siyasi bilinçlenme söz konusu meydan okumaları aşmada temel motivasyon kaynağı.
Ancak kurumların stratejik öngörüleri, koordinasyonu ve krizlere hazırlığı olmazsa olmazımız durumunda.