Washington, kimyasal silah kullanma hazırlığı sebebiyle Esed rejimini vurmaya hazırlanırken Ankara'nın "ikinci bir Fırat Kalkanı operasyonuna" başlamasının an meselesi olduğu konuşuluyor.
Yine, İdlib'deki çatışmasızlık bölgelerinin belirlenmesinin ve TSK'nın Afrin'i topçu ateşine tutmasının ardından Türkiye ve Rusya'nın S-400 füzeleri konusunda anlaştığı, kredi konusunun ise henüz çözülmediği haberi ajanslara düştü. Açıklamanın ABD Savunma Bakanı Mattis'in Rakka sonrasında YPG'ye silah vermeye devam edeceklerini söylemesinin hemen ertesine denk gelmesi manidar.
Hatırlayalım, Cumhurbaşkanı Erdoğan, son konuşmalarında YPG'ye verilen desteği "NATO ittifakı çerçevesinde anlaşılamaz bulduğunu" vurguluyordu. O halde Suriye merkezli bu gelişmelerden iki sonuç çıkarabiliriz.
İlki, Türk-ABD ilişkilerinde Mayıs 2013'te başlayan irtifa kaybının hâlâ giderilemediği aksine hızlanma emareleri taşıdığıdır. Bu kaybın temel sebebi Obama yönetiminin Türkiye'nin Suriye iç savaşından kaynaklanan güvenlik sorunlarına (YPG tehdidi ve hava savunma ihtiyacı gibi) bir müttefik hassasiyeti ile yaklaşmamasıydı.
Trump-Erdoğan zirvesi de beklentileri karşılamadı. Yeni yönetim CENTCOM patentli, "YPG'yi vekil olarak büyütme" politikasına devam etti. NATO üyesi Türkiye'ye "beka tehdidi" oluşturan bir terör örgütünü (YPG-PKK) alenen desteklemek "müttefikliğe" aykırı görülmedi. ABD, Türkiye'yi kendi başının çaresine bakma konumuna terk edeli çok oldu. Bu sebeple S-400'lerin alınmak istenmesinin "müttefiklik" adına bir gerginlik konusuna dönüştürülmesi haklı bir tepki olmayacaktır.
Yunanistan'ın S-300'leri kullanıyor olması bir yana Ankara'yı Moskova ile Suriye'de birlikte çalışmaya iten ABD'nin dışlayıcı politikaları olmuştur. S-400'leri NATO sistemi dışında kendi milli ihtiyaçları için satın almayı planlayan Türkiye, Suriye'de ABD ile işbirliği arayışını hâlâ terk etmiş değil. Ankara, Rakka operasyonu dahil DEAŞ ile mücadelede Washington'a öneri getirmekten uzak durmuyor. Türk-ABD ilişkilerindeki irtifa kaybının asıl sebebi Washington'un kapsamlı bir Suriye politikasının hiçbir zaman olmamasıydı. Ne Obama döneminde ne de Trump yönetimi altında... Kaldı ki Trump, İran'ı çevrelemek gibi bir büyük hedef daha ortaya koydu.
Suriye'ye daha fazla ABD askeri sokmadan İran'ın Şii milisler üzerinde ele geçirdiği sert gücünü geriletmek tam bir hayal. Obama'nın Rusya'yı Suriye'de "oyun değiştirici güç" haline getirmesinden sonra Trump'ın dengeleyebilmesi de hayli zor.
Bu saatten sonra, Türkiye'yi yabancılaştırarak, Rusya-İran hattına iterek ABD'nin Suriye'de işleri ele alabilmesi mümkün görünmüyor. Trump yönetimi bir çıkmazda görünüyor. Obama tarzı gitmek ya da ileri bir adım daha atıp "kimyasal silah hazırlığı" sebebiyle Esed güçlerini vurmak Suriye'de denklemi değiştirmiyor.
Trump'ın kararlı ve uzun vadeli bir Suriye planı oluşturması ise "ABD askerinin savaşa çekilmesi" korkusunu besleyecek. Washington'daki kurumlar Rusya ya da İran ile "savaşa girme" ihtimalini kâbus senaryosu olarak ele alıyor. Son gelişmelerin ikinci düzlemi ise Suriye'de yeni bir denklemin gittikçe netleşmesidir. ABD'nin "miyop" Suriye politikası Rusya- İran hattını pekiştirmekle kalmıyor Türkiye'yi de her geçen gün Rusya ile daha fazla işbirliğine itiyor.
Mattis'in terör örgütü YPG'ye desteği 'tercihten değil zorunluluktan kaynaklanan kısa dönemli geçici bir durum' olarak tanımladığı bir ortamda Ankara'nın "zorunlu" açıklamalı söyleyecek çok lafı var.
İşte bu nedenle Türkiye'nin Rusya'dan S-400 alma arayışı ve Afrin operasyonu konusunda müzakere içinde olması yeni bir denklemin habercisi değil. Aksine Obama'nın başlattığı bir sürecin Trump döneminde hızlanmasıdır.
Ankara'nın Washington'un "yeni müttefiklik" tanımına uygun olarak atmayı planladığı "zorunlu" adımlardır.