Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Körfez seyahatinin ana gündemi bölgesel işbirliği arayışı. Hem ikili görüşmelerde hem kamuya açık konuşmalarında bu arayışın altını çizdi. Sermaye akışı, enerji, ticaret, savunma sanayii ve terörle mücadelede işbirliği arayışının temel sütunlarını oluşturdu.
Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) dönem başkanı Bahreyn ile ilk toplantısı 2009'da yapılan Türkiye-KİK Yüksek Düzeyli Stratejik diyaloğu kurumsallaştırılmaya çalışılıyor. Yine KİK ve Türkiye arasında serbest ticaret anlaşması için ciddi müzakereler yürütülüyor.
Salı günkü yazımda Erdoğan'ın seyahatinin bölgesel düzeyde jeopolitik bir dönüşümün ilk emarelerinin göründüğü bir döneme denk geldiğini belirtmiştim. Dahası, Trump ABD'sinin bölgeyi İran'a karşı birleştirme sinyalleri verdiği bir süreçte Körfez ülkeleri, Türkiye'yi yanlarında istiyor. Hem ABD ile yürütülecek müzakerelerin niteliği açısından. Hem de İran'ı sınırlandırma hamlesinde etkin olması için.
Bahreyn kralı el Halife'nin Türkiye'yi bölgede önemli "eksen" role sahip bir ülke olarak nitelemesi bunun en açık göstergesiydi. Yine Suud kralı Selman'ın Erdoğan'ı havaalanında karşılaması bir diğer sembolik örnekti.
***
Suriye krizinde Körfez ülkelerinin yeterli gayreti göstermediğini düşünen Türkiye ise bu defa bölge ülkelerinin diplomatik ve ekonomik anlamda elini taşın altına koymasını istiyor. "
Geleceğimizi başkalarının eline bırakamayız" argümanı sorumluluğu hep birlikte üstlenme zorunluluğuna işaret ediyor. Ancak Trump etkisinin kendini gösterdiği ortamda bölgesel işbirliğinin mahiyetine ilişkin iki husus kritik önemde.
İlki, İran'ın nasıl dengeleneceği. Türkiye, "
İran'ın yayılmacılığını dengelemenin" bugün Ortadoğu'nun güç denkleminde kaçınılmaz bir zorunluluk haline geldiği kanaatinde. Erdoğan'ın "
Pers milliyetçiliğinin" Suriye ve Irak'ı bölünmeye doğru götürdüğü uyarısı bu kanaatin yansıması. Ancak Körfez'le işbirliği arayışı Türkiye'nin Suudi Arabistan ile birlikte İran'a karşı bir bloklaşmada "
koçbaşı" olmasını ilzam etmiyor.
Yine bölge ülkelerinin İran'a karşı birleşerek "
Sünni-Şii kutuplaşmasının" savaş tamtamlarının çalınması anlamına gelmiyor. Böyle bir savaşın cephelerinde Türkiye'nin ön alacağını da beklememek gerekir.
***
Bölgesel işbirliğinde kritik ikinci husus "
İslamcı" hareketlerin geleceği. Körfez başkentleri Trump yönetiminin bütün İslamcı hareketleri ılımlı radikal ayrımı yapmadan "
terörist" olarak nitelemesine sıcak bakma eğiliminde.
Bunun sebebi de Müslüman Kardeşler Hareketinden duydukları korkunun bir türlü dinmemesi. "
Ilımlı" İslamcı hareketlerin demokratik yollarla iktidara gelmesini engelleyen Körfez ülkeleri İran'ın yayılmacılığına en az ABD kadar katkıda bulundular. Yemen'den Suriye'ye kadar...
Trump'ın "
İslamcı terörizm" kampanyasının arkasına dizilen otoriter rejimler olarak İran'a karşı bloklaşma fikri bölgeyi daha fazla radikalizmin kucağına iter. Suriye ve Irak'taki Sünnilerin temsilini görmezden gelen yaklaşımda Deaş'tan daha vahşi bir fanatizm uygulayacak terör örgütlerine ortam hazırlanır.
ABD'nin yeni başkanından cesaret bulan İsrail'in hırslarına yenik düşerek bölgesel tansiyonu yükseltmesi kuvvetle muhtemel. Ezan yasağı gibi oldu bittilerin Filistin meselesi üzerinden bölgeyi bir ateş topuna çevirebileceğini de bir kenara not etmek lazım.
İşte böylesi bir ortamda bölgesel aktörlere sınırlarını gösteren tarzda bir işbirliği havası oluşturmak aklı selimin yoludur.