Avrupa Birliği -Türkiye ilişkileri vize muafiyetleri konusunda tıkanma yaşıyor. 72 kriterden 5'i karşılanmadığı gerekçesiyle AB çevrelerinden olumsuz sinyaller geliyor.
En önemli tartışma konusu terörle mücadele yasasındaki değişiklik. AB cenahı terör ve terörist tanımlamasının daraltılmasını isterken Türkiye buna yanaşmıyor.
PKK ve DAİŞ terörü ile yoğun mücadele halinde olan Türkiye, terörün dar tanımlanmasının söz konusu mücadeleye zarar vereceğini düşünüyor. AB yetkilileri ise terörle mücadelede "hukuki dayanaklar arasında uyumu" öne çıkarıyor.
Asıl endişe vize muafiyeti çerçevesinde Avrupa'ya gidecek Kürtlerin terör tanımını gerekçe göstererek siyasi iltica talebinde bulunması. Yani Suriyeli mülteci krizi ile uğraşırken bir de buna "Kürt mülteci" sorununun eklenmesi endişesi... Türkiye'nin görüşü ise asıl sorunun Suriyeli mülteciler olduğu, bu zamana kadar Türkiye'den bu tür başvuruların olmadığı yönünde.
Aslında mülteci anlaşmasıvize muafiyeti tartışması Türkiye- AB ilişkilerinin gerginliklere açık seyrini bir kez daha gösterdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan AB liderlerine Türkiye'nin önceliklerini hatırlattı: "AB 'vize için terörle mücadele yasasını değiştireceksiniz' diyor. Siz önce Avrupa Parlamentosu yanına çadır kuran teröristlere izin veren zihniyetinizi niye değiştirmiyorsunuz?
Biz yolumuza gidiyoruz, sen de yoluna git. Kiminle anlaşabiliyorsan onlarla anlaş."
Gerginliğin yapısal ve köklü bir geçmişi var. Temel sebebi de Avrupa'nın kendini tanımlamasında ve stratejik hesaplarında Türkiye'yi konumlandırma konusunda yaşadığı zorluk. Nüfusu ve jeopolitik hinterlandı yüzünden Türkiye, ne kenarda bırakılabilmesi mümkün bir ülke, ne de entegre edilmesi kolay. Bu nedenle AB, Türkiye ile ilişkilerini uzatmalarla, ertelemelerle yönetmeyi tercih ediyor.
Mecbur kaldığında bir adım atıyor, diğer adımı atmasını kayıtlara bağlayarak. Bu da hiçbir üyenin muhatap olmadığı "sınavlardan geçmek", "gerginlikleri yönetmek" demek. Türkiye için de AB entegrasyonu uzun ve gerginliklerle dolu bir yolculuk olmaya mahkûm. Hatırlayalım, 2005 tam üyelik müzakereleri Fransa ve Almanya'daki "cesur" liderlerin gidişiyle 10 yılı aşkın bir duraklamaya girmişti.
Türkiye- AB ilişkilerinde son hareketlenme Suriye krizi ile oldu. AB, Suriye meselesine başından itibaren hep mesafeli durdu. Türkiye'nin önerdiği "güvenli bölge" kurulması tezini beyanda desteklemekle yetindi, nitelikli diplomatik bir inisiyatif göstermedi.
Türkiye'nin Suriye krizi sebebiyle yaşadığı yabancı savaşçılar, terör saldırıları ve mülteciler konularına da "kapsamlı bir politika" geliştirme yönünde cevap aramadı. Acil zaruretlerin giderilmesine odaklandı.
1 milyonu aşkın Suriyeli mülteci Avrupa kapılarına dayanınca AB yetkilileri soluğu Ankara'da aldı. Merkel'in öngörülü liderliği öne çıktı ve Türkiye ile mülteci anlaşması yapılabildi.
Bugünlerde vize muafiyeti şartlarının karşılanmadığı argümanı Davutoğlu'nun gidişi ile birlikte ele alınıyor. Ve sanki Erdoğan'ın "sertliği" yüzünden anlaşmanın akamete uğraması ihtimali gündeme getiriliyor.
Spekülasyon gereksiz, net olalım.
Mülteci krizi AB demokrasilerinin baş edemeyeceği radikalsağ bir dalgayı tetikliyor. Bu krizin uzun vadeli sonuçları Türkiye ile işbirliği olmadan aşılamaz. AB, sadece ilkelerde değil uygulamada da ortak bir terörle mücadele politikası için gayret göstermeli.
AK Parti genel başkanlığındaki değişikliği de malzeme etmek doğru bir yaklaşım olmaz.
Davutoğlu başbakanlığı bırakmasaydı da terörle mücadelenin tanımının daraltılması talebi gerginlik sebebi olacaktı.
Asıl sıkıntı AB'nin sadece kendi sorunlarının çözümü için Türkiye ile masaya oturması.
Halbuki Türkiye'nin imkânlarını bütün halinde değerlendiren bir politikaya ihtiyaç var.
AB liderleri parça başı hesap yaptıkça müzakere masasında gerginlik eksik olmayacak.
Konuyu her vesileyle Erdoğan'ın "otoriter liderliğine" ya da "Batı'nın makul adamı" arayışlarına taşımanın da kimseye faydası yok.