ABD Başkan Yardımcısı Biden'ın Türkiye ziyareti bir hayli "renkliydi." AK Parti'ye muhalif gazetecilerle görüşmesinden akademisyen bildirgesine verdiği desteğe ve Sultanahmet'te hayatını kaybedenler için karanfil bırakmasına kadar.
Gazeteciler ve akademisyenlerle ilgili söyledikleri iç kamuoyunda çok tartışılsa da Biden'ın ziyaretindeki en kritik konular Başika kampının geleceği ve PYD konusuydu. İlk konu üzerinde kampın uluslararası bir forma dönüştürülerek devam edilmesi yönünde anlaşıldığı görülüyor.
"Kedinin derisini yüzmenin birden fazla yolu vardır" deyimi burada devreye girmiş. Ancak PYD konusu hâlâ ihtilaf noktası olmayı sürdürüyor. Bu konuda da "kedinin derisini yüzmenin" başka bir yolu bulunamazsa PYD konusu ikili ilişkilerde ciddi bir baş ağrısı olmaya devam edecek. Zira Erdoğan ve Davutoğlu'nun PYD-YPG'nin Kandil'den emir aldığı, bu örgüte verilen silahların PKK'ya gittiği vurgusu apaçıktı. Buna rağmen Biden, PKK ile PYD'yi ayrıştırmayı tercih etti. Sebebi de kuşkusuz PYD-YPG'nin sahada savaşan etkin yerel güçlerden birisi olması ve tümüyle Rusya'nın kontrolüne bırakılmak istenmemesi. Bu arada başlaması birkaç gün ertelenen Cenevre-3 görüşmelerinin en zor yanı masada kimlerin oturacağına karar verilmesiydi.
Riyad'ın yönettiği süreçte Suriyeli muhalifler ayağı nispeten daha az sıkıntıyla çözüldü. Sıkıntının büyüğü, Suriye- İran-Rusya ve ABD desteği ile Kuzey Suriye'de geniş bir alana hâkim olan PYD'nin durumunun ne olacağı hakkında. Rusya, PYD'yi muhalefet tarafında masaya dahil etmek isterken Türkiye, Suudi Arabistan ve Suriye muhalefeti karşı çıkıyor. Esed rejimi ile işbirliği içinde görülen PYD'nin masaya oturtulması durumunda rejim tarafında olması isteniyor. PYD'nin Cenevre'ye davet edildiği medyada yer aldı. Sonucun ne olacağı ABD'nin kararı ile belli olacak. PYD'nin masa dışında kalması Suriye'deki saha gerçekleri ile örtüşmeyecek.
Muhalifler arasına katılması ise süreci başından yürütülemez bir yere götürecek. Bakalım Amerikalılar bu konuda kediyi nasıl yüzecekler? Ancak Türkiye'nin PYD-YPG ile ilişkisi önümüzdeki dönemde geniş bir düzlemde tartışılmaya devam edecek. Ciddi bir algı operasyonu üzerinden iki yönlü Türkiye'ye baskı yapılıyor. İlki, Çözüm sürecine dönülmesi yönündeki çağrılar yükseltiliyor. İkincisi, mevcut iktidarın "Suriye Kürtlerine düşman" olduğu argümanı eşliğinde PYD ile yeni bir ilişki tarzına geçilmesi icbar ediliyor. PYD, Suriye masasının dışında kalmamak için çetin bir mücadele vermek zorunda. Zira PKK "Muhayyel Kürdistan'ın" dört parçasından Suriye'de en iyi durumda. Kuzey Irak'ta bir yandan Barzani iktidarını koruyabiliyor, diğer yandan Türkiye'nin operasyonları PKK'yı zayıflatıyor.
Suriye'deki anlaşmaları sebebiyle PKK, İran'da PJAK'ın faaliyetlerini ehlileştirilmiş bir düzeyde tutuyor. Türkiye'de ise "özyönetim" girişimi açık bir başarısızlıkla sonuçlandı. Geriye Suriye ayağı ve "Rojova" devrimi kalıyor.
Cenevre-3 görüşmelerine katılamaması durumunda PYD temel stratejisinde ciddi bir kayıp yaşayacak. Suriye krizinin başından itibaren kendini Esed rejimi yanında konumlandırarak iç savaşın fırsatçısı konumunda tuttu. Sonrasında DAİŞ ile mücadelede öne çıkarak ikinci bir fırsat alanı üretti. Şimdi de muhalefet yanında masaya oturarak üçüncü fırsatı yakalamak istiyor. Önündeki en büyük engel Türkiye'nin muhalefeti. Bu muhalefetin "Kürt düşmanlığı" ile uzaktan yakından alakası yok.
PKK-PYD, Suriye krizinden elde ettiği fırsatları sürekli olarak "Türkiye'nin önceliklerine karşıtlık" bağlamında tahkim etmeye çalışıyor. Bu yüzden Türkiye ve PYD arasındaki gerilimin somut çatışmalara dönmemesi için ABD'nin kediyi yüzmek için kaçıncı yolu keşfedeceğini merak ediyorum.