Geçen cumartesi İran'ın uluslararası sisteme entegrasyonunda önemli bir eşik aşıldı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) İran'ın 14 Temmuz 2015'te kabul edilen nükleer anlaşmaya uygun davrandığı yönündeki raporuyla ABD, AB ve BM bu ülkeye ambargoyu kaldırdı. Böylece İran, zenginleştirilmiş uranyum stokunu 300 kilograma düşürdü. Geriye kalanını Rusya'ya gönderdi. Nükleer tesislerindeki santrifüjlerinin üçte ikisinin tamamını ortadan kaldırdı. Elbette ABD, İran'a yönelik yaptırım unsurunu tümüyle terk etmiyor. Hatta "balistik füze programı" sebebiyle 11 İran şirketine yeni yaptırım koydu. Ancak bu yeni süreç İran için hacet kapılarını açıyor. Ekonomik kazanımlar boyutu heyecan verici. 100 milyar dolarlık bloke para kullanıma giriyor. Shell, Total ve Airbus gibi uluslararası şirketler ticaret için sıraya girdi. Asıl kazanım ise siyasi -ideolojik alanda.
İran, 1979 Devrimi'nden bu yana süren izolasyondan kurtuluyor. Böylece diplomasinin ve ulusal çıkarların dünyası Batılı ülkelerle ikili ilişkilerde yeni uzlaşmaların alanını açıyor. Sözgelimi ABD- İran ilişkilerinde başka sürprizlere de hazır olmak lazım.
İki ülkenin menfaatlerinin yakınlaşmasının bir geçmişi var. Afganistan ve Irak işgalleri ile İran'ın güçlenmesini, isteyerek ya da istemeyerek, ABD sağladı. Arap isyanları sonrası "Sünni radikalizmi" ortak tehdit olarak görülüyor. İran'ı Rusya'ya bırakmak istemeyen ABD'nin yaptırımların kaldırılmasının oluşturduğu olumlu ortamda Suriye dahil askeri konularda işbirliğine girmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Yakınlaşmanın en büyük etkisi ideoloji alanında. İran, Batı ile olan ideolojik savaşını nihayetlendiriyor. Devrimin, "emperyalist, şeytan ABD" eleştirisi ve düşmanlığı gücünü büyük ölçüde kaybetti. Yani İran, Şii milliyetçiliğinin taşıyıcı ulus- devleti olarak sisteme dahil olmayı kabul etti. İsrail ve Suudi Arabistan haricinde genel kanaat, İran'ın uluslararası sisteme entegrasyonunun olumlu olduğu yönünde. 2010'da ABD ile ters düşme pahasına nükleer müzakere için gayret gösteren Türkiye de pozitif görüş bildirdi. Başkan Obama yaptırımların kaldırılmasını "akıllı diplomasinin meyveleri" olarak niteledi ve ekledi: "İran, nükleer bir bombaya sahip olamayacak. Bölge, ABD ve dünya daha güvenli olacak." İran Cumhurbaşkanı Ruhani de nükleer anlaşmanın "bölgenin istikrar ve güvenliği" için fırsat olduğunu belirtti.
Bölge daha güvenli mi olacak gerçekten? Nükleer çatışma açısından öyle. Ancak bölgedeki kaosun asıl sebebi olan konvansiyonel çatışmalar ve vekalet savaşları açısından aynısını söyleyemeyiz. Erken bir iyimserliğe kapılmayalım. Zira İran'ın sisteme dönüşünün Ortadoğu'daki bölgesel güç mücadelesini nasıl etkileyeceğini görmek gerekir. Bir durum muhasebesi yaparsak; Batı cephesinde açılım yapan İran'ın İslam dünyasında tecride sürüklenmekte olduğunu görmesi gerekir. Sadece "otoriter Sünni" yöneticiler değil halklar da İran'ın "fırsatçı," "değer yoksunu" ve "milliyetçi" politikalar yürüttüğüne şahit oluyor. Mesele "İran'ın komşularına saldırmadığı" argümanları üzerinden yürütülemez. Komşularındaki ve bölgedeki krizlerden hem yumuşak hem sert güç unsurları ile istifade ettiği gözlerden kaçmıyor. Bu yüzden İran birbiriyle çelişen iki süreci yönetmek durumunda: siyaseten güçlenme vs. İdeolojik zayıflama.
Batı ile iyi ilişkiler geliştirmek ekonomiksiyasi alanda İran'ı güçlendirirken ideolojik cephede eski "Batı karşıtı" sermayesini kaybedecek. Şii milisleri daha iyi seferber edebilecek gücü kazanırken Sünniler nezdinde daha mezhepçi bir tehlike olarak resmedilecek. İçte bütünlük sağlayan Şii milliyetçiliği dışarıda gittikçe öfke, düşmanlık ve tecrit sebebi olarak görülüyor. Bunu aşmanın yolu, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerine yönelik yeni bir diplomasi ve işbirliği hamlesi yapmak.
Sözün özü, bölgenin geleceğindeki en kritik konu İran'ın sisteme dahil olmakla elde ettiği yeni avantajları nasıl kullanacağıdır.