Suudilerin kutsal kent Mekke'de yaptıklarını, Kâbe'yi çeviren tüm eski yapıları yıkıp çevreye bir Manhattan inşa ettiklerini duyup okuyunca, 'iyi ki bizler de Vahabi değiliz' diyorum. Anladığım kadarıyla o mezhep, geçmişi ve ölüleri sadece zihnen/kalben hatırlamak istiyor, o yüzden bina, türbe, mezar vb. şeyleri sevmiyor. Ama tümüyle Batı'dan ithal gökdelen, lüks otel, AVM gibi şeyleri İslam'ın harim-i ismetine sokmakta da hiçbir sakınca görmüyor. Kabe'nin revaklarını kurtarmak ise bize kalıyor!.. Ne garip!..
Öte yandan, Suriye'de Esad güçleri ve muhalifler, Halep ve Humus'u yerle bir etmekte tereddüt etmiyorlar. Tüm bunlar geçip gidecek, ama ellerinde tarihleri ve kültürlerinden hiçbir şey kalmayacak. Ne acı...
Allahtan biz Türkler bu kadar acımasız ve değerbilmez değiliz. Tarihimizi ve kültümüzü iyi-kötü korumaya, kurtarmaya çabalıyoruz. Yeterince yapabiliyor muyuz? Hayır. Ama yine de tüm Müslüman ülkeler içinde en iyisiyiz.
Geçen hafta sonu katıldığım iki olayın gösterdiği gibi. İlkinde Yıldız Sarayı Vakfı'nın 30'uncu yılı kutlamasında, İstanbul'un göbeğinde bir cennet olan bu tarihi mekândaydık. Saray, Avrupa Birliği'nin de katıldığı uzun soluklu bir projeyle onarılıyor. Amaç, o gece dendiği gibi "İstanbul'u üçüncü bir saray-müzeye kavuşturmak." Onarımı bitmiş ya da süren yapıların ve uhrevi bir ışıklandırmanın yanından geçtik, Abdülhamid'in tiyatrosu denen o mücevherin içinde projenin aşamalarını öğrendik, metnini tiyatrocu (ve de sanat tarihçisi) dostum Engin Uludağ'ın yazdığı bir küçük belgesel izledik, vakıf başkanvekili Dölen Eker'in konuşmasını dinledik. Saraya büyük emeği geçen eski müdür Sabahattin Türkoğlu'yla söyleştik. Çok güzel bir geceydi.
Cuma öğleden sonra ise Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün çağrısıyla Şişli Kent sinemasının yenilenmesi projesinin tanıtımına katıldım. Bu müjdeyi daha önce size vermiştim. Hep çok eskileri hatırlıyoruz, ama Şişli'nin nispeten yeni salonları da unutulmaz. Nişantaşı Konak, Şişli Site kapatıldığında birkaç kuşak ne kadar üzülmüştü!... Allahtan Gazi duruyor, Kent ise hayata dönmeye hazırlanıyor. O gün öğrendim ki, belediye bu mülkü satın almış ve tiyatrodan sinemaya, anma toplantılarından özel gecelere değişik etkinliklere açacak.
Her şeyin satılık olduğu, kamunun elindeki hemen her şeyin özelleştirildiği bu ortamda, Şişli Belediyesi'nin bu eylemi bambaşka bir anlam kazanmıyor mu? Sinemanın beşiği Beyoğlu'nun tarihi salonları ölmeye bırakılmışken, Sarıgül'ün tüm rant kaygılarına ters düşen ve topluma önemli bir kültür ocağı sunma fikrine dayalı bu projesi mutlu bir şaşkınlık yaratmıyor mu? Darısı Emek, Alkazar ve diğerlerinin başına... O Alkazar ki, Abdurrahman Çelik dostum sinema dairesi başkanı olduğu dönemde, bu küçük salonu bakanlık olarak alıp bir kültür merkezi yapmayı düşündüklerini söylemişti. Acaba ne oldu?
İşte tam bu noktada Türklerle Araplar galiba birleşiyor. Tümüyle kapitalist bir mantığa teslim olmakta, her şeyi ranta dönüştürme sevdasında ve kazanç faktörünü en ön plana yerleştirmede. Keşke öyle olmasa... Ve tarihi bir yapı, eski bir ev ya da kültüre ayrılmış bir salon. Bunları daha iyi gözetip koruyabilsek...