Yahu, ömrümüz film festivallerinin sonuçlarını ve jürilerin kararlarını tartışmakla mı geçecek? Çok açık ki film (ya da roman, resim, heykel veya bir müzik parçası) matematik bir kesinlikle iyi ya da kötü diye nitelenemeyecek, her bireyin kendine göre bir ilişki kuracağı bir sanatsal üründür. Ve sonunda her jürinin seçimleri de tartışmaya açık olagelmiştir, her zaman da olacaktır.
Bu açıdan Antalya 2012'yi de uzun boylu tartışmaya gerek yok. Elbette genel şeyler söylenebilir. Özellikle çocuk oyuncuların dünyanın her yerinde geleneksel olarak yetişkinlerle yarıştırılmadığı, daha çok özel ödüllerle teşvik edildiği hatırlatılabilir. Nedeni de açıktır: Çocuk oyuncu işin eğitimini almış ve bir karakteri düşünerek, bilinçle inşa etmiş değildir, yaşı gereği olamaz. O olsa olsa içindeki yetenek fidanına yaslanarak, ama daha çok içgüdüyle ve el yordamıyla role uyum sağlamıştır. Öyle olmasaydı, vaktiyle milyonları peşinde koşturmuş olan Jackie Coogan, Shirley Temple, Ricky Schroder (ah o Şampiyon!), Haley Joel Osment veya Macauley Culkin gibi çocuk starlar, en azından Oscar'larda aday gösterilmezler miydi?
Ama bunu bile tartışmak boşunadır. Çok jüri üyesi oldum, bilirim: Bazen bir veya birkaç jüri üyesi fantezi görünebilecek bir ödül önerir. Ve jüri tam bir uyum içindeyse ve sürprizlere açıksa, o ödül birden gerçek oluverir. Hatta ben kimi jüri üyelerinin, ertesi gün ayılıp ne yaptığını hatırlamayan sarhoşlar gibi "yahu bu ödülü biz mi verdik?" diye yakındıklarına da tanık olmuşumdur!...
Her neyse, böylece Adana'dan sonra Antalya da gençleri teşvik etmiş oldu. Filmler bazında değil: zaten 10 filmden 8'i ilk filmdi. Eskilerden gelenler de fos çıkınca, gençlere ödül vermek kaçınılmaz olmuştu. Ama oyuncular bazında da öyle oldu. Elveda Katya'nın çok sempatik oyuncusu Anna Andrusenko (yaş 22) ödülü alacağı beklenen Jale Arıkan'ın (47) yerine heykelciği kucakladı. Erkeklerdeyse ödül için konuşulan Ahmet Mekin (80), Kadir İnanır (64) veya Ercan Kesal (54) yerine, ödülü 12 yaşındaki Abdülkadir Tuncer'e vermekte sakınca görmedi. Yani yaşasın gençlik dediler, geleceğe yatırım yaptılar. Bu da bir görüştür kuşkusuz...
Ancak Hülya Avşar tarafından sahneye çağrılan küçük Abdülkadir, ağzını açıp iki söz bile edemedi. Çocuktur diyeceksiniz. İyi ya, ben de onu söylüyorum!..
Neyse, tüm bu patırtının ve bitmeyen Hülya Avşar-magazin flörtünün ötesinde, ben son gün kendimi daha güzel şeylere attım. Önce bu yılın onur ödüllü eşsiz sinema adamı Necip Sarıcı'nın kendi arşivinden derlediği iki sergiye... 1964 yılındaki ilk Antalya'dan fotoğraflar: Muzaffer Tema'dan Zeki Müren'e, Memduh Ün'den Yılmaz Duru'ya, Selda Alkor'dan Ayla Algan'a unutulmaz sanatçıların en genç halleri. Ve de ilk Türk filmlerini çeken, büyük basın adamı Sedat Simavi üzerine bir sergi. Bilmiyorum, Hürriyet gazetesi kendi kurucusu üzerine bu etkinliği yeterince duyurdu mu? Ayni gün, yine Sarıcı yapımcısı olduğu ünlü Metin Erksan filmi Kuyu'nun onarılmış bir kopyasını sundu. Çok etkilendiğim bu film üzerine ayrıca yazmaya çalışacağım.
Kendi adıma, bu festival benim için unutulmazlaştı. Çünkü Türkan Şoray fotoğrafları sergisi, uluslararası jürinin basın toplantısı, 50'nci ölüm yılında Marilyn'i bir filmi öncesinde (ve dopdolu Perge salonunda) anlatmak ve de son gece Porto Bello otelindeki "after-party"de DJ'lik yapmak gibi işlere sıvandım. Ve hepsinden büyük keyif aldım. Antalya 2012'den bunları, ama ayrıca kimileri şahsıma hakarete dönüşen organizasyon hatalarını da unutmayacağım.