Gelecek yıl tam yarım yüzyılı devirip 50. yaşına basacak olan bir etkinlikten ne beklersiniz? Artık iyice "kemale ermiş" olmasını, tüm temel sorunlarını çözümlemiş bulunmasını ve dünyadaki, en azından İstanbul'daki festival törenleri düzeyine çıkmasını değil mi?
Antalya'da -veya Adana vb. kentlerimizde- bu beklenti kolay gerçekleşmiyor. Her yıl artık her şeyin yerleşip oturduğunu ve Türkiye'nin en eski sinema şenliğinin tereyağından kıl çeker gibi akacağını düşünüyorsunuz. Ama öyle olmuyor.
Bu yıl da konuklarla iletişim eksikliğinden (örneğin ben, uçuş bilgilerim tam olarak bildirilmediğinden havaalanına üç saat öncesinden geldim!) ulaşıma, açılış gecesinden yabancıların konuk edilmesine, çok şey aksıyor. Ama kenti ve festivali yönetenler öylesine candan ve sempatik ve de Antalya öylesine büyüleyici ki, bunlar hemen bağışlanıyor ve mutluluk başlıyor. Galiba yöneticiler de bu avantajları biliyor ve onların gölgesine sığınıyorlar!..
İlk akşam yağmurla başlasa da bu aslında enfes iklimde, cömert doğada ve azgınlaşmamış kentleşmede, sinema yine ortalığın hâkimi. Ve biliyorum ki ilk veya ikinci filmleriyle karşımıza gelecek genç yönetmenler arasında çok yeteneklileri var. Ama adlarını vermeyeyim: jüriyi etkiledi derler!.. Ancak ulusal yarışmanın dışında kalan filmlerden Saba ve de Ateşe Uçan Kelebekler'i tavsiye edeyim.
Açılışa gelince... Yine iyi ve kötünün bir karışımıydı. Onur ve emek ödülleri doğru ve hak eden kişilere verilmişti. Değerli yönetmen Duygu Sağıroğlu, filmlerde sesin ve eski filmleri koruyup hayata döndürmenin büyük emekçisi Necip Sarıcı, sayısız filmin ışık sorunları kadar emekçi örgütlenmesine de katkıları olan Erol Batıbeki, bu ödülü ne kadar hak etmişlerdi... Ayrıca benzersiz karakter oyuncusu sevgili Güler Ökten, bir dönemin dilberlerinden Meral Zeren, bir dönemin (aslında her dönemin!) değişmez yakışıklılarından (birisi onun için Yeşilçam'ın Alain Delon'u dedi!) Salih Güney de hak edilmiş ödüllerini aldılar. Hepsi için hazırlanmış kısa filmler de son derece doyurucuydu. Ödül sayısı biraz fazla mı tutulmuştu? Kuşkusuz... Ama bu artık bir Antalya geleneği. Alan memnun veren memnun olduktan sonra!...
Ama bürokratlar yine geceye damgalarını vurmaya, illa da kendilerini göstermeye kalkmasalardı... Ve 70 yaşındaki bir dünya yönetmeni veya bir Türk emekçisi, ödüllerini almadan, ayakta uzun konuşmalar dinlemek zorunda kalmasalardı. .. Çok daha iyi olmaz mıydı?
Geceye bir başka damga vuran da sevgili meslektaşım Ömür Gedik oldu. Onu ilk kez sahnede gördüğüm için, dikkatle izledim. Öncelikle cesareti için kutluyorum: giysilerinden (üç adet), aralarında Imagine veya Don't Cry For Me Argentina'ya çetin parçalar da bulunan şarkı seçimine, Ömür hayli risk almıştı. Hepsi ait oldukları veya hatırlattıkları filmlerden bol görsel malzemeyle desteklenen bu konser, amaçladığı sinema-müzik ilişkisine ulaşıyordu. Ve Ömür ilginç bir şov sergiliyordu.
Ama keşke o kadar uzun olmasa, örneğin ilk bölümüyle kalsaydı... O zaman çok daha etkili olur ve o tekdüzelik hissi uyanmazdı. Geceyi düzenleyenlerin, Ömür veya bir başkası, olaya bir büyük konser havası vermekten kaçınması, müziği temelde sinemaya ayrılmış bir gecenin içinde bir hoşluk olarak koyması gerekiyordu. Bizim yıllardır SİYAD'da yaptığımız gibi. Belki gelecek sefere...
Tam olarak sinema ödülleri olmasa da, iki ödüle ve sanatçıya değinmeliyim. Sevgili Türkan Şoray katıldığı toplum yararına girişimler için anlamlı bir Sanatta Sosyal Sorumluluk Ödülü aldı. Ve alabildiğine içten, harika bir konuşmayla bunu kabul etti. Çok değerli tiyatro oyuncumuz Işık Yenersu ise Yıldırım Önal ödülünü aldı ve konuşmasıyla bu ödüle daha da değer kattı.