İstanbul gerçekten de gece hayatı ve sanat etkinlikleri açısından bir dünya kenti oldu. Bu arada müzik olayları da çığ gibi büyüyerek gidiyor.
Önceki akşam, İstanbul Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinden olan bir konser izledim. Yeni Kongre Merkezi salonunda... Yunanistan'dan Savina Yannatou ve İspanya'dan Maria del Mar Bonet söylediler. İlki, arada açıkça alaturka söylese ve ikincisi de repertuarına Zülfü Livaneli'den Zeki Müren'e parçalar katsa da, bu hoşluklara rağmen tatmin olmadım. Belki umduğum kadar 'otantik' bulmadığımdan...
Bence haftanın müzik olayı, yeni Kerem Görsev albümüydü. Bu değerli caz piyanistimizin tam 14. albümü. Onu yeterince tanıyor, seviyor ve kıymetini biliyor muyuz acaba?
Düzeyli besteler
Arşivime baktım: bende 5-6 albümü var. Hemen hepsinde dünya cazının ünlü adlarıyla işbirliği yapmış. Sayısız müzisyen, bu arada şarkıcı Alan Harris'le... 1999'da Rusların Sen Petersburg Filarmoni Orkestrası'yla yaptığı albümde, ilk kez bir çok büyük orkestrayla çalmış. Son albümü Therapy'yi ise yine dünyaca ünlü Londra Filarmoni Orkestrası eşliğinde doldurmuş. Alan Broadbent'in şefliği, tenor saks ustası Ernie Watts ve Türk müzisyenleri Kağan Yıldız ve Ferit Odman'ın katılımlarıyla...
Ve ortaya yine dünya çapında bir eser çıkmış. Tüm besteler Kerem Görsev'in. Biri İlhan Mimaroğlu'na, öbürü vefat eden Oğuz Durukan'a adanmış, Görsev'in yumuşak 'tuşe'siyle hayat bulan düzeyli besteler. Ve büyük bir rahatlıkla, her tür ortamda dinlenecek bir albüm.
Artık dünya çapında
Peki, bol kemanlı bu klasik orkestralarla caz yapılır mı diyeceksiniz... Bu tartışma ABD'de daha 1950'lerde başlamıştı. Dünyanın en iyi caz piyanistlerinden sayılan Nat King Cole'un, 1953'de ilke olarak piyanoyu ve ünlü trio'sunu bırakıp kendisini balad söylemeye verme kararı, ihanet çığlıklarıyla karşılanmıştı. O çılgın değişim yıllarında, Stan Kenton, Dave Brubeck gibi devrimci müzisyenler, 'senfonik caz'dan büyük korolu ensemble'lara çok farklı şeyler denerken, Percy Faith, Jackie Gleason gibi hafif müzik orkestraları bünyelerine kimi ünlü caz solistlerini katarak bir senteze ulaşmaya, adeta barış yapmaya çalışıyorlardı. Billie Holiday'dan Dinah Washington'a, Louis Armstrong'dan Billy Eckstine'a, Ella Fitzgerald'dan Sarah Vaughan'a en ünlü sesler, cazla pop arasındaki duvarları yıkıyordu. Cazın düşmanı sayılan keman bile kendisine Nat King Cole üçlüsüne eklenen Stuff Smith veya günümüze dek gelen bir ekol kuran Stephane Grapelli gibi dev sanatçılar buluyordu.
Aradan bunca yıl geçti. Artık herşey birbirine karıştı; her akım, her tür müzik ilgi görüyor; onunla kalmayıp farklı müzik türleriyle ilişkiye giriyor. Ve bu 'fusion' anlayışı sayesinde, adı caz olan festivallerde bile 'world music' örnekleri, yerel çıkışlar ve her türlü aykırı sanatçılar dinleniyor. Kerem Görsev ise artık dünya çapında tanınıp bilinen bir sanatçı olarak deneylerini sürdürüyor, sürekli üretiyor. Bravo...